pankreaslardaki bir iki kara delik

Start from the beginning
                                    

ama bir şey söylemeden onayladım onu. chan hyunga 'hyung sen uyurken sevgilin aradı, benim aşık olduğum sevgilin hani ve ben de açtım. onu aramanı istiyor.' diyebilirdim.

"sağol. jisung... iyi misin sen? yani konuşamadık. nasılsın?" dedi. ve ben gülümsedim. minho beni önemsiyordu ve o kadar olan şeye rağmen sesinden hala endişe duyabiliyorum. gözlerim chan hyungun dağılmış sarı saçları ve kapalı gözleri arasında gelip giderken minho'nun söyledikleri yüzünden gülümsedim.

"iyiyim sanırım." dedim. ama sonra kalktığım andan itibaren olmayacağını sandığım bir şey oldu. gözlerim yanmaya başladı. ve aptal bir hıçkırık boğazımda dolanmaya başladı. bir saniye önce gülümserken bir saniye sonra gözlerimden akmaya başlayan yaşları hissettim.

ve minho bunu duydu. ağladığımı duydu yani. "ağlıyor musun? jisung iyi misin? bir şey mi oldu?" dedi. bir şey olmuştu, birden çok şey olmuştu ve ben utanıyordum, acı çekiyordum, korkuyordum ama en çok özlüyordum.

hiç sahip olmadığın bir şeyi nasıl özleyebilirdin bilmiyordum. ama ben şimdi minho'nun kollarını özlüyordum, onun nefesini hissetmeyi özlüyordum. kendimi iyi hissetmeyi özlüyordum. mingi bana bunu biraz da olsa vermişti. ağladığımda beni tutmuştu ve şimdi o da yoktu. birini istiyordum. daha çok minho'yu istiyordum ve haddim olmaması umrumda değildi.

sonra ben ağzımı açmak istedim. minho'ya 'buraya gel hyung' demek istedim ama telefon nazikçe elimden alındı. chan hyung telefonu kendi kulağına yaslayıp yatağımın ucuna oturdu ve ben onu uyandırdığımı o zaman fark edebildim.

"minho?" dedi. yumuşacık sesiyle minho'yla konuşuyordu ve eşit derecede yumuşacık eliyle benim sırtımı sıvazlıyordu. hala ağlıyordum çünkü.

nasıl saatlerdir aralıksız ağlıyor olmama rağmen göz yaşlarım bitmemişti anlamadım. bitme şansları yok muydu bunların ya da bir şekilde onları aldırma şansım? sonsuza kadar onlar içinde boğulup durmak istemiyordum.

"hayır, iyi sen merak etme. okuldan sonra eve geç ben gelirim. biliyorum, minho. özür dilerim sevgilim, aramalıydım. jisung gelmek ister mi bilmiyorum. tamam, sorarım. seni seviyorum."

chan hyung telefonu kapatana kadar kafamı kaldırmadım. kızacağından korkmuyordum ama utanç vericiydi bir kere. minho'ya aşık olduğumu biliyor olmasına rağmen ses etmemesi utanç vericiydi.

sonra telefonu kapattı ve çenemi tutup başımı kaldırdı. gülümsüyordu ve ben ne söyleyeceğini çok iyi biliyordum.

"kahvaltı ettikten sonra bize gelmek ister misin? herkesi çağırırız. zaten hepimiz çok endişeliydik, seni görmek istiyorlar. hem minho da orda olacak." son söylediğiydi derim yüzülüyormuş gibi çığlık atmak istememe sebep olan, bunu biliyordum. kötü bir niyeti yoktu, hatta ben chan hyungun içinde kötü tek bir hücre olduğuna bile inanmıyordum, adam dün gece sevgilisine aşık olduğum için benden özür dilemişti, ama sinirlenmeden edemedim.

gururuma dokundu. chan hyungun sanki bana bir teselli ödülü veriyormuş gibi minho'yu öne sürmesi varlığını bile unuttuğum gururuma dokundu. ayaklarının altında eziliyormuşum gibi hissettim. bana sevgiyle bakan gözlerinde 'üzgünsen benim sevgilimin yanına gidebiliriz' egosunu gördüm. yoktu, hatta körler bile görebilirdi bunu ama ben chan hyung'un bana nasıl minho'nun onun olduğunu haykırdığını gördüm.

ama dediğim gibi kara delik izin vermedi benim kafamı çevirip bağırmaya başlamama.

iyi de yaptı.

tamam, korkaktım. tamam, çocuktum. ama o kadar aptal değildim. bizim chan hyungla "eskisinden daha iyi olacak" olan ilişkimizin başlamaya hazır olmadığını biliyordum. chan hyungun beni minho'nun yanına sokmaya hazır olmadığını da biliyordum. benim chan hyung ordayken minho'ya sarılmaya hazır olmadığımı da biliyordum. zaman gerekiyordu, uzun bir zaman.

someone's someone | minsungWhere stories live. Discover now