Bölüm 1

24 1 2
                                    

Cemal, namı diğer kel Cemal. Sürekli bitlendiği için saçları kısacık gezerdi, bu yüzden de herkes ona Kel Cemal derdi, kel de değildi tabii ama adı kalmıştı işte, öylece izlerdim ben de, yanlış olduğunu düşünürdüm, o da bilirdi ama zoruna da gitmezdi. Okula başladığımız bu 2 yılın her döneminin başı onu kel görürdük. Gelecek denen kavram henüz yoktu en küçüğümüzün 7 en büyüğümüzün ise 14 olduğu bizler için, gelecekte neler olacağını hiç birimiz bilemezdik, bilemiyorduk da bu sebeple yaşadığımız zaman, içinde bulunduğumuz zaman, dünyanın son zamanlarıydı, en yaşlı olduğumuz andı bulunduğumuz an. Çocuktum, çocuktuk ama büyüktük de her yaşın bir zorluğu, bir olayı, durumu vardı. Mesela 14 yaşındaki bazı ablalarımız evlenmek durumunda kalırdı, korkarlardı evlerine misafirliğe gelen delikanlılardan akrabaları olsa bile, kimisi de sokaklarına giren yabancı arabalardan korkardı, korktukları aslında kızlarının kaçırılabilecek olmasıydı. Ya akrabalarından güvendikleri başka birilerine verildiler ya kızların o zaman sevdiği biri varsa onlara ya mal mülk için kuzenlerine ya da kaçırıldıkları delikanlılara... Akıllı ablalarımızdı onlar. Akıllı, saf, temiz, doğal ama dünyanın belki de en zor zamanlarıydı o zamanlar. Okusalardı mükemmel seviyede olup, kendilerinden sonraki gençlere çok güzel öğretmen olabilecek çocuklardı o ablalar.

Cemal, bağda bahçede babasına yardım ederdi, kuzuları vardı, hoş koyunları ve keçileri de vardı ama bizim Cemal kuzuları kucağına aldığı gibi koşmaya başlardı. Bir gün, sırtıma iplerle bağladığım poşetten çantamla ve üzerimde siyah önlüğümle bahçe kapılarının orada dikiliyordum, hava sıcak, öğlen de henüz yeni olacaktı, o gün okula gelmemişti Cemal, okulumuzsa tek katlı çatısı olmayan bir yerdi, bahçesi de vardı tabii, öyle çok büyük olmayan, beton zeminli. Hoş, etrafımızda çimlerden, ağaçlardan bol ne vardı, biz çocuk kısmına her yer bahçeydi. Acıktığımızda etrafımızdaki meyvelerden sebzelerden yiyip doyan çocuklardık biz, ailemiz yanımızda olmasa bile yanımızda olan herhangi bir büyüğümüz ailemiz sayılırdı, o denli başkasının ailesi tarafından bile korunup kollanırdık. Annesi, Cemal'i, o günün gecesinde ateşlendiği için ertesi gün okula göndermek istememişti. Büyüdüğümde anlamıştım annesinin haklı olduğunu. Ben de o gün okuldan sonra hafif bayır olan yolu çıkıp onların bahçesinde almıştım soluğu. Çocuktum, havanın sıcaklığı yetişkin halimizdehissettiğimizden daha ağırdı, yüzümdeki terler de öyle, hatta yürüdüğümüz yol,bulunduğumuz mekanlar da yetişkinken gördüğümüz hallerinden daha büyük gelirdi çocukken,çünkü bedenimiz küçük, yollar da genişliği tüyler ürperten arazilerdeki otlarda her zamankinden daha da büyüktü, çünkü biz küçüktük. O sıcakta birkaç dakika durduktan sonra Cemal diye seslenmeye başladım bizim kel Cemal'e. Kuzu sesi gittikçe yaklaşıyordu, daha önce kuzuya hiç dokunmadığım için o an kuzunun tek başına üzerime doğru geldiğini düşünüp nereden çıkacağını da tahmin edemediğimden dolayı kısa bir ürkeklik, bir korku yaşamıştım, neyse ki bahçe kapısının ardındaki ağacın dallarının arasından doğru onun gelişini görebiliyordum.

''Hey Cemal. Buradayım.'' diye seslenmeden edememiştim, belki de en sevdiğim arkadaşım olan Cemal'e. Hiçbir söz söylemeden yanıma gelmişti, kucağında kuzusu da vardı çünkü kuzunun melemesinden başka bir ses duyamıyordum ki kuşların sesleri de vardı tabii, havada hafif bir rüzgar dalların hareket etmesini sağlıyor, yaprak sesleri bizleri ferahlatıyordu, mutluydu, yüzünden anlıyordum, daha önce bir kuzuya dokunmamış olan ben elimi onun kucağındaki kuzuya uzatıp alnını sevmiştim, yumuşacıktı. Ona ne soracağımı bilmiyor, suskun suskun öylece duruyordum ve içeriye davet etmişti beni, annesi bize ayran koyuvermiş, hararetimizi bir nebze olsun dindirmişti. Evin sedirinin üzerindeki minderde otururken pencereden yaprakları yarıp içeriye giren güneşe dalıyor, o anı hafızama kazımaya çalışıyordum, eve gittiğim vakit defterime not edecektim. En sonunda da sormadan edemedim, yüzü iyi olduğunu belli etse de içten içe üzgün zannediyordum onu.

''Nasılsın Cemal? Bugün okula da gelmedin zaten, merak ettim. Hatta sadece ben değil, okuldakiler de merak ediyorlardı ki senden bahsettiklerini de duydum.'' Susmuştum, açık verdiğimi düşünmüştüm ama sorun değildi çünkü Cemal lafların altında bir şey aramazdı.

''Görmüyor musun, iyiyim işte, bugün gelmedim çünkü bizimkiler göndermedi, biliyorum okul yolu uzun değil, hava da güzel ve her gün okula gelen bir öğrencinin neden bugün gelmediği merak uyandırıcı ama gelmek istemedim işte.'' Yüzünü asıp yere eğmişti. Gerçekten bir şeyinin olup olmadığını sormuştum ona, oysa iyi olduğunu tekrarlamıştı. Hislerimde yanılmış olduğumu düşünmeyi istiyordum, mecburen öyle de yapmıştım. Akabinde eğlenceli konulardan bahsedip onu hemencecik güldürmüştüm. Kahvehaneci Ali amcanın oğlu Uğur'un ağaca çıktığını, onunla birlikte Ahmet ve Kemal'in de dahil olduğunu anlatıp, Semiha ve Yaren'in onları öğretmene şikayet ettiklerini, ablaların da okulun duvarına yaslanmış boş boş bakıp onları kale almayışlarını da ekledim. Mahcupça dudaklarını içine kıvırdı, sormak istediği birinin olduğunu anlamış, muzip muzip, konuyu da ciddileştirmeden hemen Ayşe'yi anlatmaya başlamıştım. Tebessüm etmişti başını sağa doğru eğerek. Aileden gelen ve belki de herkesin ona taktığı lakaptan daha doğrusu herkesin ona olan davranışından kaynaklanan bir mahcupluğu vardı Cemal'in, en çok da bu huyunu seviyordum arkadaşımın. Büyüdüğümüzde bile hep masum ve çocuk kalacaktı. Ayşe'nin bütün gün sessiz sedasız sınıfta oturduğunu anlatmıştım hemen, onun için üzülmüştü, halbuki bilmiyordu Ayşe'nin Cemal'in sınıfta olmadığı için durgun olduğunu. Çocukluk aşkıydı işte. Hepimizde vardı o dönemler ki aşk denen şey muhakkak her dönemde olan ve herkesin farklı bir hikayesinin olduğu olguydu. Dertlerimiz o çocuk hallerimizde, o çocuk olduğumuz zamanlarda bile büyük ve ağır gelirdi, şimdi düşününce ne kadar küçük ve hafif olduklarını fark ediyorum. Belki de hayat da böyle bir şey demekti. Bu yüzden kendi çocuklarıma da ve nerede bir çocuk görsem onun da bir dünyasının olduğunu biliyor, ona göre davranıyorum, herkesin bir düşüncesi, yaşamı, acısı oluyor sonuçta.

O gün öğretmenler ne anlattıysa Cemal'e de anlatıp, defterimi onunla paylaşmıştım. Yazı yazmayı çocukken de çok seviyormuşum, bunu da yeni yeni fark ediyorum. O gün Cemal okula gelmemiş olduysa bile ona verdiğim notlarla okula gelmiş kadar olmuştu. Biz salonda oturup ders çalışırken Cemal'in annesi ocağı yakmış, yufka kokusunun burnumuza erişmesini sağlamıştı. Kokuyu duyduğumuz o an aniden birbirimize bakıp bir hışımla oturduğumuz yerden kalkmıştık, ikimizin de aklında aynı şey vardı; hafif pişmiş yufka. Yumuşacık olurdu ve yemeyi çok severdik, yetişkin biri bile yese doyabilirdi, o denli güzeldi hafif pişmiş yufka. Salondan koşarak çıkıp soldaki holü de geçtikten sonra bahçeye atmıştık kendimizi, sacın başında annesi yufka ile ekmek ediyordu. Pazarda, markette gördüğümde bile hala hatırlarım, tadını, kokusunu, o günleri. O günlerde yaşadığım hisler geçmişten çıkıp gelir ve beni bulur. Her an ne kadar da kıymetliymiş oysaki ama anıniçindeki sorunlardan o anın tadını çıkaramazmışız, insanmışız işte, çiğ sütemmiş insan ki şu an sorun olarak gördüğümüz şeyler sorun olmaktan da çıkıyormuşgelecekte, biz çıkarıyormuşuz insanoğluymuşuz işte, bir gün a derken yarın bdiyebiliyormuşuz bunu da tabii ki zamanla öğrenmiştim.

Eve aheste aheste yürüyordum, kapılarının önünden geçen yolda su ve toprağı birbirine karıştırıp oyun oynayan Ayşe'yi görmüştüm. Köydeki yaşıtlarımızdan biriydi Ayşe. Ailesinin en küçük yavrusuydu. Köydeki herkes gibi onun ailesi de çalışkandı, ekinleri olurdu hepimizinki gibi, özellikle yazları ailesi çalışırken evde tek başına kalmayı sevmediği için ailesiyle birlikte bağda bahçedeydi Ayşe. Neden yazın o sıcağında evde kalmadığını sorduğumuzda öğrenmiştik tek başına korkup sıkıldığını. Ailesi tarlada çalışırken o da ailesinin yanında oyun oynar, babasının merkezden getirdiği çocuk kitaplarını okurdu. Okula başlamadan önce yavaşta olsa okuyabiliyordu zaten Ayşe ki o sonbaharda okula başlamıştık, Sınıfta Ayşe'nin erkenden okumayı söktüğünü öğrenen herkes hayret ederdi halbuki bu şaşılacak bir durum da değildi, özellikle Cemal'le bizim haricimizdeki diğer çocuklar çokça şaşırmışlardı, bizler derste yeni öğreniyorken Ayşe okuyabiliyordu. Yazınki okuyuşuna nazaran daha da geliştirmişti kendini. Cemal onun yaptığı her şeye sevinirdi, ona yapılan iyiliğe de onun yeteneğine de. Babası ve annesinin okuma yazma konusunda bizlerin ailelerinden çok daha önemser aileler olduğu herkesçe de bilinirdi, ''Bizim ailelerimiz de neden Ayşe'ninkiler gibi değil?'' sorusunu soran çocuklar muhakkak olmuştur diye düşünüyordum ki okulumuzdaki ablalarımızdan birini ağlarken görmüştük o senenin ilkbaharında, okulda öğlen saatleriydi, sol elinin üstüyle sol gözünü silen, ağlamasının sonlarına gelmiş bu yüzden de gözleri şişip kıpkırmızı olmuş hali hafızama kazınmıştı, kazınan sadece onun o hali değil, ağlarken kendi ailesinin de neden Ayşe'nin ailesi gibi olmadığı sitemi de hafızamdan hiç çıkmıyordu. Ne kadar da acıydı, bunu da büyüyünce anlamıştım. Kaçıp kurtulamıyorsunuz, konuşsanız anlayacak kimseniz yok, içinde yaşadığınız o durumu hiç istemiyorsunuz ama yine de yaşıyorsunuz, okulda kalıp arkadaşlarınızla olmak istiyorsunuz ama artık geleceğiniz bir okul da yok, zıplayıp hoplayıp oyunlar oynamak istiyorsunuz ama kardeşlerinize anneniz bağda bahçedeyken bakmak zorunda kaldığınız gibi doğuştan anne olarak yaşamak zorunda da kalıyorsunuz. İstemediğiniz bir şeyi size zorla yaptırıyorlar, ne kadar da bir aklını kaybetme hali değil mi? 14 yaşındaki genç kızın bir çocuk gibi ağladığını görmüştüm o yaşımda. Hala da hatırlıyorum. Kim bilir ne derdi vardı da öyle ağladı? Bunu çok geçmeden de öğrenmiştik zaten, o günden sonra okula geldiğini de görmedik.

**

CEMALWhere stories live. Discover now