8- Watermelon Sugar

71 12 51
                                    

"Kampa gidiyoruz!"

Sabahın beş buçuğunda kaldırılmış, evet zorla, Junhoe'nun ne zaman ortaya çıktığını bilmediğim arabasıyla kampa gidiyorduk. Donghyuk ve Hanbin'in mutluluk çığırmaları bize eşlik ederken hala neden ön koltuğa oturduğumu sorguluyordum.

Çaktırmadan uyuyacaktım ben.

"Selam çocuklar." Jiwon, arabaya binmeden bana ve Junhoe'ya göz kırpmış, ardından arka koltuğa yönelmişti. Gerek olmamasına rağmen on beş bavulla gittiğimizden dolayı biraz da sıkışmışlardı ama Hanbin resmen Jiwon'un kucağında oturduğundan bunu asla sorun etmiyordu.

Güzel görünüyorlardı.

Onlara bakmayı kesip önüme döndüğümde kalbimin eskisi kadar acımaması beni şaşırtsa da mutlu hissediyordum. İçimdeki suçluluk duygusu bir nebze de olsa azalmıştı en azından.

"Kahve ister misin?" Arkada şarkı söyleyen tayfanın bizi duymayacağından emin olarak mırıldanmıştı Junhoe. Onu başımla onayladığımda bana bakıyordu. Küçük bir an, çok küçük bir an dolgun dudaklarının havalandığından emindim, ama kanıtlayamazdım.

Bir benzinliğe girmiş, mini marketten aldığım soğuk americanomu yudumlarken güneşin ilk ışıklarına bakıyordum. Çok spontane gelişen bir planın içine girmiştim. Her şey saçma bir kamp filminden çıkmıştı aslında. Yine de iyi hissediyordum. Sevdiğim insanlarla geçireceğim iki gün vardı önümde.

Daha kötü ne olabilirdi ki?

-

"Burası çok güzelmiş!" Donghyuk sabahtan beri durmadığı gibi şimdi de gördüğü her ağaçlık alana güzelmiş diyip duruyordu. Daha gelmemiştik bile -en azından Junhoe, Donghyuk'a her seferinde bunu söylüyordu.

Eh, bir haftadır ikiz dingillerin bana sürekli Junhoe'yu övmesinden onun bu işlerde iyi olduğunu az çok biliyordum. İlgimi çekmiyordu aslında sadece beklediğim gibi biri olmaması beni sürekli şaşırtıyordu.  Tabi, ben gerçekten insanlardan uzak olduğum için sadece baba parasıyla sürekli gezen birini bekliyordum. Ama yine de ailesinden haberim yoktu.

Dikkatle yola odaklanmış sağ profiline odaklanmam istemsiz olmuştu. Muhtemelen açlıktan bir şeyler olan mideme çok takılmamaya çalışırken ne kadar uzun süredir ona baktığımdan bir haberdim. En sonunda bana döndüğünde nefesim bir yerlerime kaçmıştı. Tam arkasından vuran güneşle kömür karası olan gözleri daha da kararmış, gözlerimi alıyordu.

Nefesim neredeydi?

Kısa süren bakışmamızın ardından kafamı aniden ondan çekmiş, ellerime indirmiştim. Hala gözlerinin bende olduğunu hissediyordum. İçim bir garip olurken arkadan kesilen seslere dikkat kesilmeye çalışıyordum. En sonunda nefesim düzene girmiş, sol omzumun üzerinden arkaya bir bakış atmıştım.

Ve evet, bana uyumamak için zorla ekstra shotlı americano içiren pezevenkler şimdi uyuyorlardı.

Ve evet, ağızları açık uyuyan çocuklarımı fotoğrafsız bırakamazdım.

Junhoe yaptığım şeyi anlarken gülümsemiş, ardından minik bir kahkaha bırakmıştı sessiz arabanın içine. İçimde cidden bir şeyler oluyordu. Ama hayır, sadece uykum vardı.

"Kolum ağrıdı." Sağ kolunu kaldırıp birkaç kez sallasa da yüzünü buruşturmuştu.

"Bir buçuk saattir yoldayız, ondandır." Çözüm önerim yoktu pek de. Kolunu tutup övemeyeceğime göre de çaresizdim.

Önce bana ve bacaklarıma bir süre bakmış, ardından bakışları yola dönerken dudaklarını büzmüş, kafasında  bir şeyler tartıyordu.

heyahe//JunhwanWhere stories live. Discover now