yerim'in montu ve kim kimi öldürdü polemiği (ft. chan hyung)

Comenzar desde el principio
                                    

ama tamamen kaybolamadım. biliyordum bunu çünkü birincisi, ağlama sesim eminim halkalar halinde en az 600 metre öteme kadar gidiyordu ve ikincisi üşüyordum. çok ama çok üşüyordum.

havanın sıcak olması gerekiyordu, en azından ılık olması ama ben donuyordum. ağladığım için yüzüm sıcaktı ve biraz onu kapattığım ellerimi ısıtıyordu ama vücudumun kalanı sanki buzla kaplı gibiydi.

burda ağlarken soğuktan ölsem ne olacağını düşündüm. ilk önce bitecekti, her şey bitecekti ve benim kimseyle, chan hyungla ya da mingi'yle ama en çok da kendimle, yüzleşmeme gerek kalmayacaktı. küçük bir tören yaparlardı. gerçekten küçük çünkü kafadan en fazla on kişi sayabilmiştim cenazeme gelecek. gelirlerse o da tabi. sonra belki bir kaç gün üzülürlerdi. anneme haber giderdi eminim ama geleceğini sanmıyordum. hyunjin düzenlerdi töreni sanırım çünkü bir kaç sene önce ona cenazemde çalmasını istediğim şarkıların olduğu bir playlistim olduğunu söylemiştim. bununla ilgilenirdi hatırıma eminim.

changbin odamı temizlerdi. atmayı çok istediği otantik sigara paketlerimi atar, eski kaykayımı da hala istiyorsa alabilirdi.

chan hyungun fotoğraflarımızı alacağını düşünürdüm normalde ama sanırım şu an onları istemezdi, çöpe atılabilirdi sanırım.

belki de playstationımı felix'e verebilirlerdi. telafi olarak işe yaramasa da felix'in yeni bir konsol için para biriktiriyor olduğunu hatırlıyordum.

seungmin benim çöplerimi istemezdi ama ona da eminim coldplay albümlerimi bırakabilirdim. ya da geçen sene aldığım fotoğraf makinasını, ikisi de işine yarardı.

jeongin'e gelirsek beğendiği her şeyimi alabilirdi sanırım, filtre kahve makinası bozulmuştu en son konuştuğumuzda. benimkini alabilirdi.

hyunjin'in odamdan ne alacağını zaten biliyordum. büyük ihtimalle bütün dolabımın yanında laptopımı alacaktı. o laptopı hep sevmişti zaten.

mingi de haklı olarak eğer istiyorsa evimi direk alabilirdi sanırım. ona yaptıklarımı ödeyemezdim.

sadece minho'ya neyimi verebilirim bilemedim. zaten hayattayken de bunu çözemeyip kalbimi vermiştim ona. o idare ederdi sanırım. kalbimi geri alamıyordum zaten.

ama bu planlarımı uygulamam için bir süre daha kazandım. yani sanırım kazandım çünkü ilk önce tam karşımdan gelen kısık bir öksürük sesi duydum daha sonra da omzumda bir parmak hissettim.

"ne yapıyorsun burada?" kız sesiydi. daha önce duymadığım bir kız sesiydi. ve ben meraklı bir insandım, yani kaldırdım kafamı.

kesinlikle tanımadığım biriydi. sarı saçlı çok da uzun olmayan bir kız tek kaşı havada bana bakıyordu. ben de kaldırdım kaşlarımı. "ölmeye çalışıyorum. lütfen rahatsız etme beni."

"soğuktan ölmek saatler sürer, hava da yalnızca 4 derece falan. yani bir kaç gün sürebilir bu." dedi.

"sikeyim." ağzımdan kaçmıştı. yabancıların yanında küfür etmezdim aslında ama ölemeyeceğimi öğrenmek sinir bozucu bir şekilde rahatlatıcıydı. korkaktım işte. ölmek istemiyordum ki. kendimden nefret ediyordum.

kız bir şey demedi gerçi. yanımdaki duvara yaslanıp sigarasını çıkardı. bana da uzattı hatta. nikotine ihtiyacım olduğunu da paketin açık ağzını görünce fark ettim. yalnızca iki tane kalmıştı ama görgü kurallarını umursayamadan aldım bir tanesini.

sarı filtreliydi sigara. sarı filtre içmezdim. minho sarı filtre içerdi çünkü.

çakmağını isteyecektim ama o benim konuşmama gerek kalmadan uzattı. "tişörtünü ters giymişsin."

someone's someone | minsungDonde viven las historias. Descúbrelo ahora