kızılsakal

571 60 33
                                    

Sherlock hatırlıyordu, tüyleri kızıla çalan o tatlı köpeği ve onu nasıl sevdiğini çok iyi hatırlıyordu. Bıkmadan usanmadan oyunlar oynamalarını, her çağırdığında koşarak yanına gelen en iyi dostunu hatırlıyordu. Kızılsakal, yalnızca bir hayvan değildi. Olamazdı çünkü Sherlock'u en iyi anlayan oydu, daima yanında olan da.
Oysa bir gün Kızılsakal yok oldu. Öylece, ses etmeden. Mycroft'la saatlerce evin etrafını aradılarsa da bulamamışlardı. Son çare anne babasına söylediklerinde ona bir şey olduğunu, kendi kendine gitmeyeceğini bilse de kimseyle paylaşmamıştı bu düşüncelerini. Eh, sonuçta duygusal bir çocuktu. Her duyguyu içinde yaşayan, duygusal ve hassas bir çocuk.
Belki de Sherlock'un şimdiki insanlıktan uzak halleri, o zamanlar yaşadığı acının sonuncuydu. Bir daha kimseye hiçbir şekilde değer vermeyerek o kaybetme sancısını yaşamaktan kaçmıştı. Şimdi John ortalıkta yokken, kızılsakalı tekrar tekrar anımsıyordu.

"John ölmedi," belkide yüzüncü kez tekrarladı. "Farklı bir plan var ama ölmedi."

"Öldü." Mycroft kendinden emindi. "Sence farklı bir şekilde olma olasılığı olsa gözümden kaçar mıydı? Bu konuda bana güvenmeli ve elinden geldiğince çabuk toparlanmalısın."

"Yapamam. Söz konusu John. Anlamıyorsun."

"Anlıyorum ama gittikçe güç olarak zayıflıyorsun. Eğer Moriarty ansızın karşına çıkarsa ya da atakta bulunursa ne yapacaksın?"

"Bilmiyorum."

"O halde plan yap, düşün, stratejiler geliştir. Bu hayatının en zor davası olacak Sherlock."

"Şimdiden öyle zaten." Dedektif banyoya giderek küvete soğuk su doldurdu. Suyun sesinin arka plandaki konuşmaları bastırmasını seviyordu. John'la olan bir sohbeti zihnine doldu.

Neden hep böyle kaba ve düşüncesizsin?

Bu kime ve neye göre baktığınla değişir, John.

Nerden bakarsan bak öylesin, senin açın dışında tabi

Ne demek istediğimi anlamışsın, güzel

Şimdi niye kaba, düşüncesiz ya da umursamaz olamıyordu? John Watson yokluğuyla onu insanlaştırmış mıydı? Tüm o sohbetler, küçük konuşmalar, tartışmalar beyninde yankı yapıyordu.

"Moriarty fazla tehlikeli," demişti. "Belkide buralardan gidip bizi bulamayacağı küçük bir kasabaya yerleşmeliyiz."

"Ondan bu kadar mı korkuyorsun?" Şaşırmıştı Sherlock, sonuçta John korkak biri değildi, hiçbir zamanda olmamıştı. "Hemde nereye gidersek gidelim istese bizi bulur. O tek bir adamdan fazlası, unuttun mu? Kocaman bir örümcek ağının ortasında duran kral."

"Övgüyle bahsettiğin kişi seni öldürmeyi kafaya takmış bir psikopat. Üstelik sende zekisin, onun düşünme şeklini hesaba katarak iyi saklanmamızı sağlayabilirsin."

"Bunu yapacağımı sanmıyorum. Moriarty'yi yakalayıp ağını çökerteceğim. Kaçmak bana göre değil."

"Umarım buna pişman olmazsın."

Acaba John bunları önceden sezmiş miydi? İçgüdüsel olarak biliyor muydu ya da en derin korkularının gerçekleşmesinin tahminini mi yapmıştı? Her koşulda Sherlock için zordu. Belki o zaman arkadaşını dinlese bugün bu halde olmazlardı. İkiside güvende ve sağlıklı olurdu.

"Üzgünüm John," boşluğa mırıldandı. "Seni dinlemediğim için üzgünüm." Sonra küvete giysileriyle girdi ve soğuk suyun vücuduna yaydığı titremeye rağmen durmadı. Yarı uzanır şekilde küvetteyken gözlerini kapadı ve John'u son gördüğü anı canlandırdı.

"Aslında kalabilirim," demişti. "Lisa ile sonra buluşurum, eğer yardıma ihtiyacın varsa."

"Lütfen John, sonrasında bunu sürekli hatırlatıp canımı sıkmanı istemiyorum. Kendi başıma hallederim."

"Emin misin?"

"Elbette?"

Sherlock o gün konuşmanın gidişatına anlam verememişti ve bu canını acıtıyordu. Noktalar birleşikçe John'u anlıyordu. John'u ve korkusunu.
Soğuk suyun her bir hücresine nüfuz ederek uyuşmasına izin verdi. Başını da suya soktu ve hiçbir şey düşünmemeye çalıştı, bomboş bir zihin amaçladı.

Fakat John Watson, asla gitmiyordu.





John Watson is definetly in danger

-JM

what if john watson died? ✔️Where stories live. Discover now