Dördüncü Bölüm -12

366 5 0
                                    

XIII
Düşünceye İhanet

— Sayın jüri üyeleri, müvekkilimi mahkûm eden yalnız vakaların birbirine uygunluğu değil; hayır, onu aslında tek bir şey mahvediyor, ihtiyar babasının cesedi! Basit bir cinayet olsa, toptan değil de teker teker ele alınan ayrıntıların önemsizliği, delilden yoksun oluşu ve bir yığın uydurma karşısında, ya iddiayı reddeder ya da hiç değilse, sırf olumsuz bir izlenim yüzünden —ne yazık ki böyle bir izlenim haksız değildir— bir insanın kaderine kıyamazdınız. Ama burada sıradan bir katillik değil, baba katilliği var. Bu o derece etkileyici ki, en ufak delilsiz vakalar büyüyor, sanıkla ilgili olmayanların bile gözünde önem kazanıyor. Böyle bir sanığı nasıl temize çıkarmalı? Ya öldürdüğü halde cezadan kurtulursa? Herkes içinden, ister istemez, adeta bir içgüdüye uyarak geçirmektedir bunu. Evet, baba kanı dökmek korkunç şey! Bana hayat veren, beni seven, hayatını benden esirgemeyen, çocukluğumda hastalıklarımı benimle beraber çeken, mutluluğum uğruna kendini feda eden, sırf sevincimle, başarılarımla yaşayan bir babayı öldürmek; bu insan aklına sığmaz. Sayın jüri üyeleri, baba, gerçek baba; ne büyük kelimedir bu, bu ad içinde ne muazzam bir varlık taşır. Gerçek bir babanın ne olduğunu, nasıl olması gerektiğini saydık. İlgilendiğimiz, içimizi yakan bu davadaki baba, ölen Fyodor Pavloviç Karamazov, kalbimizden koparak çizdiğimiz baba tipine uygun değildi. Baba değil, bela idi. Evet, bazı babalar gerçekten tam beladır. Verilecek kararın önemini düşünerek hiçbir şeyden çekinmeden şimdi bu belayı yakından inceleyelim, sayın jüri üyeleri. Özellikle şimdi; çok dirayetli Bay Savcının yerinde deyimindeki "Çocuklar ya da ödlek kadınlar gibi" bir şeyden korkmamalıyız, şöyle veya böyle düşüncelerden kaçınmamalıyız. Hararetli konuşması sırasında sayın hasmım (ben henüz ilk sözümü söylemeden), "Hayır, sanığın savunmasını kimseye, Petersburg'dan gelen avukatına bile bırakacak değilim," diyordu. "Suçlayan da, savunan da benim!" Bunu birkaç kere tekrarlarken bir noktayı gözden kaçırdı: şu korkunç sanık, çocukluğunda, babasının evinde şefkat gördüğü bir adamın verdiği bir kilo findık için tam yirmi üç yıl minnet duymasını bilmişti. Ama baba evinde, insansever doktor Herzenstube'nin dediği gibi, "evin arkalarında, pabuçsuz, pantolonunda tek düğmeyle" dolaşmasını da aklından çıkarmamıştı. Sayın jüri üyeleri, bu "bela"nın üstünde daha fazla durarak, herkesçe bilinenleri tekrarlamaya gerek var mı? Müvekkilim memleketine, babasına gelince neyle karşılaşmıştı? Müvekkilimi niçin duygusuz, bencil, canavar şeklinde göstermeli, niçin? Kabına sığmaz, vahşi, taşkın bir insandır; bunlar için burada yargılıyoruz onu. Fakat bu hallerinden kim sorumlu; temeli iyi, kadirbilir, duygulu olduğu halde böyle manasız bir terbiye görmesinde kim suçlu? Yol göstereni, eğitimiyle ilgilenen, küçükken biraz olsun onu seven var mıydı? Müvekkilim Tanrı himayesinde, yabani bir hayvan gibi büyümüştü. Uzun bir ayrılıktan sonra babasını özlemişti belki; çocukluğunu hayal meyal hatırlarken belki binlerce defa o zamandan kalma çirkin hatıraları kovalamış, babasını haklı görmek, boynuna atılmak istemişti. Ne oldu sonunda? Eve döner dönmez sinsi alaylarla, şüphelerle, miras yüzünden didişmelerle karşılaştı. Günlük "konyak sohbetlerinde" mide bulandırıcı laflar, aynı çeşit hayat öğütleri dinledi. Sonunda ondan, öz oğlundan, hem de onun parasıyla yavuklusunu ayartmaya kalkışan bir baba görüyor... İğrenç, insaf dışı bu, sayın jüri üyeleri! Ve bu ihtiyar, sağa sola oğlunun saygısızlığından, zalimliğinden dert yanıyor, çevrede onu lekeleyerek ayağını kaydırmak fırsatlarını kaçırmıyor, suç atıp hapse tıkmak için borç senetlerini satın alıyor! Sayın jüri üyeleri, müvekkilim gibi görünüşte sert, kaba, ele avuca sığmaz, isyancı insanların çoğu aslında son derece duygulu kimselerdir. Gülmeyin bu düşünceme, gülmeyin! Çok dirayetli savcımız demin müvekkilimin Schiller'i, "Güzel ve yüce şeyleri" sevmesiyle amansızca alay etti. Bay Savcının yerinde olsam alay etmezdim bununla. Ne olur bırakın, savunayım şu pek az ve çoğunda haksız anlaşılan kalpleri! Belki serkeşliklerinin, kabalıklarının karşıtıdır diye çoğu zaman güzele, doğruya aşırı bir susamışlık içindedirler. Görünüşte haşin, ihtiraslı olan bu insanlar bir kadını ıstırap derecesinde sevebilirler; hem de yüksek, temiz bir aşkla... Tekrar ediyorum, gülmeyin bana. Böyle durumlara en çok bu çeşit tabiatlarda rastlanır. Yalnız bazen kabalığa varan ihtiraslarını saklayamadıkları için bu hal hayret uyandırarak göze batar. İçlerindeki insanı gizler, ihtirasların hepsi çabuk tatmin edilip geçer, fakat asil ruhlu, güzel bir varlığın yanında bu dış görünüşü kaba, haşin adamlar bir kalkınmayla düzelip iyileşmek, yükselmek, namuslu olmak imkânını aramaktan hiç geçmezler, demin alay edilen "yüce ve güzel" deyimindeki gibi olmak isterler. Az önce, müvekkilimin Bayan Verhovtzeva ile ilişkilerine dokunmak cüretini göstermeyeceğimi söylemiştim. Gene de şu kadarını söyleyebilirim sanırım: demin dinlediğimiz, sıradan bir tanık ifadesi değildi, sadece hiddetten gözü kararmış, öce susamış bir kadının haykırışıydı bu. Oysa ihanetten yakınmaya hakkı yoktu, çünkü o da ihanet etmişti. Önünde düşünecek biraz zamanı olsa bu çeşit tanıklığa kalkışmazdı. İnanmayın ona, müvekkilim onun dediği gibi "bir canavar" değildir, asla! Çarmıha gerilen büyük insansever cefaya başlamadan, "Ben iyi bir çobanım; iyi bir çobanım; iyi çoban koyunlarının bir tekinin yok olmasına katlanamaz, koyunları uğruna kendi canını verir..." diyordu. Biz de bir insan ruhunun mahvına sebep olmayalım. Az önce babalığın anlamı üzerinde durmuş, bu kelimenin taşıdığı değeri açıklamaya çalışmıştım. Bu adı ancak layık olana, şerefli bir şekilde taşıyana vermeli, sayın jüri üyeleri. Ben müsaadenizle burada herkese layık olduğu adı vererek konuşacağım. Öldürülen ihtiyar Karamazov gibi bir babaya baba denemez, bunu hak etmemiştir. Sevgi hak edilmemişse babalık da manasız, imkânsız olur. Hiçten sevgi yaratılmaz; hiçten yaratmak yalnız Tanrı işidir. Kalbi sevgi dolu havari şöyle diyor: "Babalar, çocuklarınızı incitmeyin!" Bu kutsal sözleri yalnız müvekkilim hakkında değil, bütün babalara hatırlatmak amacıyla söylüyorum. Babalara öğüt vermek yetkisini kim vermiştir bana? Hiç kimse. Bir insan, bir vatandaş gibi... vivos voco! Yeryüzünün kısa misafirleriyiz, az zamanda çok kötü şeyler yapar, kötü sözler söyleriz. Bunun için topluyken birbirimize iyi şeyler söylemek fırsatlarını kaçırmayalım. İşte şimdi ben bunu yapıyorum, karşınızda, elime geçmiş bir fırsatı kullanıyorum. Sesimi bütün memlekete ileten bu kürsü, bize şahane iradenin bağırışıdır! Sadece burada bulunanlara değil, bütün babalara sesleniyorum: "Babalar, çocuklarınızı incitmeyin!" İlkin biz İsa'nın öğüdünü yerine getirelim de çocuklarımızdan istediklerimize sıra sonra gelsin. Aksi halde baba değil, çocuklarımızın düşmanı oluruz, onlar da evlatlıktan çıkarak bize düşman kesilirler; onları bu hale getiren de bizleriz. "Kullandığınız ölçüler size de uygulanacaktır." Ben değil, İncil ölçülerde eşitliği emreder. Geçenlerde Finlandiya'da bir kız hizmetçi gizlice çocuk dünyaya getirmekle suçlanmıştı. Kızı izlediler. Evin tavanarasında bir köşede, tuğlalar gerisinde gizlenmiş bir sandık buldular. Açılınca içinden doğurup öldürdüğü yavrunun cesedi çıktı. Aynı sandıkta daha önce dünyaya getirip öldürdüğü iki çocuğun iskeletlerini buldular. Kadın suçunu saklamadı. Sorarım size sayın jüri üyeleri, çocuklarının anası mıdır bu kadın? Onları doğurmuştur, ama anaları sayılabilir mi? Bu kutsal "anne" adını aramızdan kim verebilir ona? Cesur olalım, sayın jüri üyeleri, hatta cüretli olalım; şu anda böyle olmamız gerekiyor; bazı kelime ve düşüncelerden, Moskovalı cahil tüccar karılarının "maden"den, "kükürt"ten duydukları ürkekliğe kapılmayalım. Hayır, tam tersine, son yıllardaki gelişmelerin bizim ilerlememize yaradığını ispat edelim. Hiç çekinmeden şunu ortaya koyalım: sadece hayat veren değil, hayat verip hak eden, baba adını taşıyabilir. Babalığın öbür anlamı malum, bu, bir baba çocuklarına karşı canavarca, hunharca davransa da gene hayat veren olarak babadır. Ama bu anlam bence daha çok mistik bir nitelik taşır, aklımın ermediği, fakat din kuralı olarak tartışmasız kabul ettiğim ilkeler arasındadır. Bu yüzden de gerçek hayata tam uyarlığı yoktur. Çeşitli hakların yanı sıra bize büyük ödevler yükleyen, gerçek hayatta tam bir insan ve Hıristiyan olmak istiyorsak ancak aklın ve denemenin süzgecinden geçmiş, iyice çözümlenmiş fikirleri uygulamalıyız. Kısacası, başkalarına kötülük etmemek, kimsenin mahvına sebep olmamak için aklını yitirmiş, kendini bilmez ya da hayal dünyasındaymış gibi değil, sağduyumuzla hareket etmeliyiz. Ancak böyle davrandığımız zaman mistik inançlara körü körüne bağlanmak yerine akla uygun salt insanseverliğimizi gösteren, gerçek Hıristiyan eserleri yaratmış olacağız...

Karamazov KardeşlerWhere stories live. Discover now