Birinci Bölüm -7

280 8 0
                                    

IV

Ateşli Bir Kalbin Fıkralar Halinde İtirafı

— Sefahate dalmıştım. Demin babam, birkaç bin rubleye kızları iğfal ettiğimi söylüyordu. Hınzırca bir uydurma, böyle bir şey hiçbir zaman olmadı, olanlarda da "bunun" için para vermedim. Benim için para bir ayrıntı, kızıştırma unsuru, dekor! Bugün bir hanımefendiyle, yarın bir sokak kızıyla birlikteyim. Bunu da, ötekisini de eğlendirir, avuç dolusu para harcarım; müzik, gürültü, çiganlar... İsterlerse ellerine de para veririm; alırlar da, hem bayıla bayıla alırlar. Bunu itiraf etmek lazım; üstelik memnun kalırlar, teşekkür ederler. Hanımefendiler arasında beni sevenler vardı; hepsi değil ama birkaç tane çıktı. Ama ben hep sokak aralarını, meydan arkasındaki tenha, karanlık çıkmazları tercih ettim. Maceralar, sürprizler, çamurda inciler hep orada... Elbette mecazi olarak konuşuyorum. Bizim kasabada böyle sokakların sadece adı vardı. Benim gibi olsaydın bunların anlamını bilirdin. Sefahati sevdiğim kadar da bunun ayıbını seviyordum. Sertliği, şiddeti seviyordum; bir tahtakurusu, zararlı bir böcek değil miyim! Dedim ya: serde Karamazovluk var! Bir gün kasabada bir piknik hazırlandı. Yedi troyka ile çıktık. Karanlıkta, kızakta yanımda oturan genç kızın elini sıkıştırmaya başladım. Memur kızıydı; zavallı, sevimli, sessiz kızcağızı zorla öptüm. Karanlıkta çok yatkın davrandı, pek çok... Zavallıcık, hemen ertesi gün evine onu istemeye gideceğimi sanıyordu. (Hepsi bana evlenecek erkek gözüyle bakıyordu.) Oysa ben ondan sonra tam beş ay onunla tek bir kelime konuşmadım. Bazen, bizde hiç eksik olmayan danslı toplantılarda salonun bir köşesinden gözleriyle beni izlediğini, içinde alev alev yanan sessiz öfkeyi fark ederdim. Oyun sadece içimde beslenen böcek şehvetini bir kat daha kızıştırıyordu. Beş ay sonra bir memurla evlenerek buradan gitti... Hem öfkeli, hem belki de hâlâ severek... Şimdi mutluluk içinde yaşıyorlar. Bak, bundan kimseye söz etmedim ben, onurunu lekelemedim. Belki alçakça isteklerim var, adiliği seviyorum, ama onursuz değilim. Kızarıyorsun, gözlerin parladı. Bu kadar çirkef sana yetiyor. Oysa bu Paul de Kock'vari macera daha bir şey değil... İçimdeki yırtıcı böcek gitgide büyüyor, ruhumu kaplıyordu. Bir anılar albümü bu birader. Tanrı mutlu etsin sevgili çocukları! Kavgasız ayrılmayı severdim. Asla, hiçbirinin adını vermez, ağza düşürmezdim. E, bu kadarı yeter. Seni buraya bu saçmalıklar için mi çağırdığımı sandın? Hayır, sana daha ilginç şeyler anlatacağım. Yalnız senden çekinmeyişime, hatta bunları sana anlatabilmenin beni sevindirdiğine şaşma.

Alyoşa, birdenbire,

— Bunu kızardığım için mi söylüyorsun? dedi. Sözlerinden, yaptıklarından değil, senin gibi olduğum için kızardım.

— Sen mi? Amma da atıyorsun!

— Hayır, atmıyorum.

Alyoşa heyecanlandı. (Bu düşüncenin çoktandır onda yer ettiği belliydi.)

— Aynı merdivenin basamakları, diye devam etti. Ben en alttayım, sen yukarıda, on üçüncüde filansın... Ama hepsi aynı kapıya çıkıyor. Alt basamaktan nasıl olsa en üsttekine gidilir.

— Şu halde hiç ayak basmamalı, öyle mi?

— Yapabilen öyle yapmalı.

— Sen yapabilir misin?

— Galiba yapamam.

— Sus Alyoşa, sus canım; duygulandım, elini öpmek geldi içimden... Şu hınzır Gruşenka adam sarrafıdır; bir gün, seni yiyeceğini söylemişti. Peki sustum, sustum! Şimdi çirkeften, inek pisliği dolu alandan benim trajediye, yani gene inek pisliğine, daha doğrusu çeşitli adiliklere bulanmış alana geçelim. Sorun şu; moruk benim bakireleri iğfalim hakkında esasında yalan söyledi, ama aslında böyle bir şey olmadı değil, ihtiyar uydurduklarını başıma kakıyor ama, asıl sorundan hiç haberi yok. Bundan kimseye söz etmedim, ilkin sana anlatacağım. Tabii İvan başka, İvan her şeyimi biliyor. Senden çok önce biliyordu. Ama İvan mezar gibidir.

Karamazov KardeşlerWhere stories live. Discover now