~Ücra Yıldızlar Kalbe Gömülür~

1K 29 18
                                    

12.06.2021

"Her hikâye, bir kalbin bittiği yerden başlar."

ÜCRA YILDIZLAR KALBE GÖMÜLÜR.

Bazı tinlerin kıyameti nâgâh kopardı. Onulmazdı sökülen mutluluk tablosu, erken mahşerin ortasında. Gittikçe derinleşir, ikiye ayrılırdı.

Perestiş; sevenin ömrünü alır, sevilene katardı. Şayet bu gerçekleşmezse, ölüm önce sevilenin kapısını çalardı. Böyle bir aşkın yakınından geçen her insan, cehennemden nasibini alıp koyardı sinesinin cebine.

Dört duvarının en kuytularına değin aşkın ve sevginin yayıldığı bir yuvaya düşen ateş, masum tene yapışırdı. Sönmezdi bütün hayat boyunca, bir taraf hep alev alev kalırdı.

Can kaybı hastalıkları doğurduğunda ikizleriyle baş başa kalmış adam, ona asırlar gibi gelen aylarca, tüm varlığını onlara adamıştı. Canânını toprağa vereli, ondan ayrılalı iki ay yirmi gün olmuştu. Göğsündeki ağırlık, kalbinin üzerine de sevdiğiyle birlikte atılan topraktandı. Kumlar, kalbini örseliyorlar ve onu eşinin yanına çağrıyorlardı. Zihninde gezinen seslerin her biri, eziyetin âlâsını ediyordu. Çocuklarından ve yaşamından, kökünden koparılan bir çınar misali ayırmaya çalışıyorlardı. Ruhu bedeninden kaçmaya, derisini aşmaya kararlıydı.

Dışarıda hava, zarif bir mâh ışığıyla parıldıyordu. Herkes güllük gülistanlık bir günün sonunu etmişti. Fakat onun ne günü ne gecesi aydınlıktı. Dünya siyahtı, gök zifiriydi, yer katran gibiydi.

Nur topu misali parıldayan bebeklerinin başına dikilmiş, kımıldamadan bakıyordu adam. Kara gözlerin etrafı, üzüntüden kırmızıya dönmüştü. Çocuklar, karısıyla birlikte seçtikleri beşiklerde, beraber yerleştirdikleri odadaydılar. En küçük noktada dahi emaresi vardı kadının. Yaşarken doldurduğu çiçekler, ölümü ile birer yılana dönüşmüşlerdi.

İkizler, minik bacaklarını ve ellerini hareket ettiriyorlardı. Ağlamak, dudakçıklarının arasında nöbetteydi. Sarıya çalan saç tutamları, annelerinin saç renginin kopyalarıydı. Minik kirpiklerini yalnızca körler altına benzetmezdi.

Ufacık parmaklarını, ara sıra yanaklarına değdiyorlar ve kendi ellerinin olduğunu bilmeden ürperiyorlardı. Ayakta, baş uçlarında dikilen babalarına güzel gözleriyle bakıyor, ondan çıkacak tek bir söze, lafız bulundurmayan dillerinden sesler yaymayı bekliyorlardı.

Kafası epey bulanık olan adam, yanaklarındaki yaşları elinin tersiyle sildi. Odanın içinde gezdirdi, yağmur damlası tünemiş gözlerini. Eşyalar bile kendine eş bulmuşlardı fakat o yapayalnızdı. Acizlik, yuvalarına doluşan karıncalar gibi sızdı kanına. Tüm dimağında yankılandı, yaptıklarının hiçbir işe yaramayacağı. Sonra bir şey fark etti aklının ardında. Çoktandır orada olan bir şeydi bu; etrafındakilerine karşı düştüğü mahcubiyetti, omuzlarını çökerten.

Yük olduğunu biliyordu. Daha yaşlarına basmamış yavrularına dahi yüktü alkole batmış, iğrenç hissettiği cüssesi. Dimağında öyle çok benliği vardı ki hangisine kulak asacağını bilmiyordu. Onların fısıldaşmaları arttıkça bedeni geriye doğru yalpalandı. Yerdeki beyaz halı takıldı ayaklarına ama umursamadan çekildi köşeye. Elinde tuttuğu alkol şişesi, ondan kaçarcasına devrildi.

Öyle sıkı kapatmıştı ki gözleri ile kulaklarını, iki çocuğun avaz avaz ağlamaya başlamış olmasını bile duymuyordu, sırtını dayadığı duvarın yamacında. Kulaklarından içeriye ateşten daha da sûzan şekilde süzülen ağlayışlar yaktı, ölümünün fitilini.

"Belki," dedi. "Belki ebediyen yok olursam ağlamaz can parçalarım." Hışımla kalktı sindiği duvarın dibinden. Artık karısıyla uyuyamayacağı odaya uğradı bitap bedeni. Sevdiğinin sırma saçlarının okşadığı yastığın teninden, ondan kalan son rayihayı sığdırdı ciğerlerine. Bilahare eline aldığı silahı, yastığa göstermemeye çalışarak çıktı odadan. Yastık, sevdiği kadındı. Görsün istemedi.

İki odayı birbirine bağlayan koridor duvarının tam ortasında durdu. Karşısındaki çerçevenin içinden gözlerine bakan karısına gülümsedi, acı acı.

Silahın kabzasını sol göğsünün üzerine dayayıverdi. Karısı en son orada soluklanmıştı, daha dündü sanki.

Sinede alınan nesis, ömrün tükendiği parmakların ucuna ilişti sabırsızca. Ve bir ses yankılandı kimselerin kimsesizleştiği bu garip dünyada.

Ağlayan bebekler, lal kesildiler. Onların başında bekleyen melekler, gözlerini kapatıp kulaklarına eğildiler. "İlk önce öksüz kaldınız, şimdi de yetim. Affedin bu hayatı," deyip suskunluğu yudumladılar.

Dakikaların ardından mahalleyi saran siren sesleri, onları yanında getiren çığlıklarla doldu, iki ay yirmi gün önce kahkahaların uçuştuğu odalara.

Önce annelerinden kopan iki masum, şimdi evlerinden koparıldılar. Babalarının kan kokan bedeninin yanından geçirilerek.

İyilik ve kötülük o günden sonra kendilerine birer beden belirledi.
Birisi, inci tanelerinin saflığını taşırken zerrelerinde; diğeri, babasının kanından akan kötülüğü giydi gözlerine.

Hayat herkese âdil olmazdı, aynı anadan, aynı anda doğsan dahi.

Kabuk bağlamayan yaralar ve onları kâh vecayla kâh hümâyla kapatmaya çalışanların diyârıydı burası. İçindeyse acıdan acı doğuran günlerin bağrında, iyiliği ayakta tutmaya çalışan yıldızların ışığı kadar aydınlanan kalpler yaşayacaktı. 

Merhabalar güzel okuyucular!

Yeni kitabımız için oldukça heyecanlıyız. Her şeyi barındıran bir tür olacak. Yazmak için sabırsızlandığımız çok sahne var! Yanımızda olmanız bizi aşırı mutlu eder. ❤️

Tanıtımın size hissettirdiklerini ve düşüncelerinizi buraya alalım... :))

Sevgimizle kalın. ❤️❤️

Bize ulaşabileceğiniz Instagram hesaplarımız;
ikizervahhikayeleri
zuleyhaferah
ozerdilber

🌟

Tüm hakları, ölüm kokan nefesler ve mirah ağırlayan hârelerde saklıdır.

Akla ilk düşüş: 13.05.2020

ÜCRA YILDIZLAR KALBE GÖMÜLÜR  Where stories live. Discover now