on üç yaşındaydım, on beş yaşındaydı

Comenzar desde el principio
                                    

tutunabilir miydim bilmiyordum da üstelik. ama sonuçta yıllardır minho'nun küçücük, hiçbir anlam taşımayan hareketlerine tutunarak yaşıyordum. sarhoşken birine tutunmak çok da zor olmamalıydı. bu yüzden kafamı salladım.

"kaskım yok. bu yüzden düşmemen gerekiyor, anladın mı?" mingi uzun bacaklarının yardımıyla kolayca bindiği motorun üstünden bana bakıyordu. tek kaşı havadaydı ki burdan çıkarmam gereken şeyin ciddi olduğu olması gerektiğini düşünüyordum. gerçekten düşersem ölebilirdim sanırım. "kelimeler. kelimelerle cevap ver ki anladığına emin olayım."

"tutunabilirim." boğazımı temizlemeliydim. kesinlikle temizlemeliydim çünkü sesim o kadar bitik çıkmıştı ki ben bile anlayamadım ne söylediğimi. mingi sırıttı ama. bu anladığı anlamına geliyordu ve şükrettim. tek bir cümle bile kuracak halim yoktu. sadece odama gidip yatağıma girmek daha sonra da geçtiğimiz günlerde yenilediğim alkol stoğumdan bir kaç şişe bitirmek istiyordum.

motora binmek zor oldu. sarhoştum ve ağlamayı biraz önce kesmiştim çünkü. ve daha bacağımı bile kaldıramazken evime kadar nasıl mingi'ye tutunacağımı merak ettim.

üstünde çok düşünmedim ama. çünkü aynı anda hem düşünüp hem de kollarımı kaldıramıyordum. daha sarhoş olduğum günler olmuştu, daha yorgun olduğum pek günüm olmamıştı sadece. mingi'nin beline kollarımı doladım. elimden gelen en sıkı şekilde doladım hem de. bu da yetmezmiş gibi karnında birleştirdiğim ellerimi birbirine kenetledim, eklemlerim beyazlamaya başlamış olmalıydı.

bu kadar sık ölmeyi dileyen birine göre ölümden fazla korkuyordum çünkü. ve bu ikiyüzlülüğüm, zayıf ve istikrarsız kişiliğimin doğal bir yansımasıydı zaten. şaşıramadım bile.

mingi motoru çalıştırmadan önce bana döndü. iki saniye bile sürdüğünü sanmıyorum gözlerime baktığı o anın ama her ne gördüyse kafasını sallamasına sebep oldu. paramparça kalbimi görüp bunu onaylamış olabilirdi ya da belki sadece ne kadar sarhoş olduğuma bakmak istemişti.

biz otoparktan çıkarken midem hızımızın etkisiyle yanmaya başlamıştı. hiçbir şey yemediğim için kusmama yetecek kadar sarsılmamıştık ama mingi kesinlikle hızlıydı. yol biraz daha uzun olsa kusabilirdim. ama evim okula yakındı.

"nerde oturuyorsun?" mingi'nin sesi kulaklarımda uğultuya sebep olan rüzgarı delmişti. benim güçsüz sesimin aynısını yapamayacağını bilsem de kısaca adresimi söyledim. onun da kaskı yoktu ve belki de bu yüzden duymuştu beni çünkü hızımızı göz önünde bulundurursak tehlikeli sayılabilecek bir dönüş yaptı. ne tarafa döndü bilmiyordum, sarhoştum ben.

kafamı sırtına yaslarken çekinmedim. anlım kürek kemiklerinin biraz altında duruyordu ve vücudu sıcaktı. uykumu getirecek kadar sıcaktı, güzel de kokuyordu. gözlerimi kapatmak için vücuduma izin verdim. uyuyamazdım, çünkü uyursam ölürdüm, ama dinlenme dürtüsüne karşı koymak zordu. ruhumun da bir kaç saniye gözlerini kapayabilmesini diledim.

mingi sırtında nefes alış verişimi hissediyor olmalıydı. üstümüzde bizi rüzgardan koruyacak bir şey yoktu ve aslında dünyanın geri kalanını hissedebiliyorduk, yüksek bir hızda hissediyorduk hem de. ama sanki aptal bir balonun içindeydik aynı zamanda. nefes alış verişimi kesinlikle hissediyordu. "sakın uykuya falan dalma!"

diğerlerine kıyasla oldukça derin bir nefes aldım. uyumayacaktım zaten, ama mingi'ye cevap veremiyordum. zihnimde oluşan minho'ya odaklandım sadece.

minho'nun kahverengi gözlerinden başka bir şey düşünmedim mingi apartmanımın olduğu sokakta motoru aniden durdurana kadar. "hangisi?"

motordan indi mingi ve o inince dengesi bozulan bedenimi tutmak için ellerini belime yerleştirdi. sol elimi kullanıp biraz ilerideki gri apartmanı işaret ettim kafamın göğsüne yaslanmasına izin verirken. taşıyamıyordum artık. kafamı da içini dolduran minho'yu da taşıyamıyordum.

someone's someone | minsungDonde viven las historias. Descúbrelo ahora