on üç yaşındaydım, on beş yaşındaydı

Start from the beginning
                                    

ama onun için sorun yoksa benim için de yoktu. zaten ben şu an içinde bulunduğum duruma alışıktım. sadece yatak odamın rahatlığı dışında yapıyordum bunu. "viski istiyorum."

kapının ardından ses gelmedi. belki de hala kekelediğim ve hıçkırdığım için tam olarak ne söylediğimi anlamamıştı, ya da saat on birken ve okuldayken viski istememi yargılıyordu.

"kapıyı açacağım, tamam mı?"

bu sefer temkinliydi sesi. ve kapıyı açamayacaktı, kilitlemiştim. buna güvenerek zaten büyük ihtimalle kıpkırmızı olmuş ve sümüklerim mi göz yaşlarım mı olduğunu bilmediğim bir sıvıyla kaplanmış suratımı düzeltmeye çalışmadım.

içeri giremezdi.

ama içeri girdi.

yan tarafımdaki kabinden sesler geldi ilk önce. daha sonra da yukarıdan bir kol uzandı. aptal devlet üniversitesinin aptal kabinlerinin dar ve alçak olmasıyla ilgili herhangi bir şey düşünmemiştim daha önce. ama dövme kaplı kaslı sayılabilecek kol basit bir hareketle kabinin kilidini açtığında gerçekten yaratıcı bir kaç küfür bulmuştum bu konuya özel.

büyük ihtimalle kafamı kaldırsaydım dövmeli kolun sahibini görebilecektim. belki de yukarıdan bana bakıyordu şu an ama yapmadım. çünkü zaten saniyeler sonra kolayca açtığı kapıya yaslanmıştı.

suratında bugüne kadar görmediğim bir şey vardı. endişeli ya da korkmuş gözükmüyordu. gözleriyle beni süzüp eleştirecek ya da küçük görecek bir şey de aramıyordu. sadece bakıyordu işte. şimdi diğer kolunu da görebiliyordum. giydiği kısa kollu siyah tişört omuzlarına kadar iki kolunu da kaplayan dövmelere bakabilmem için seçilmiş gibiydi.

"viskim yok. ama rom var."

sırt çantasını yavaşça çıkarıp içini açtı. alkol dolu şişeyi görmek bile hücrelerimi derin bir nefes aldırırken o ayağa kalkmam için elini uzattı.

song mingi hayatıma böyle girdi. o kapıyı açışı kadar hileli ve o rom şişesi kadar gerekliydi kendisi de.

elini tuttuğumda beni kaldırdı ve güzel sanatlar fakültesinin ek binalarından birine götürdü. kimsenin varlığını bile bilmediğine emin olduğum bir balkonda daha öğlen bile olmamışken bir şişe cini içmemi izledi.

göz yaşlarımı silmedi, neden ağladığımı sormadı ya da o şişeden başka bir yardım teklif etmedi. sadece beni izledi.

~

motorsikletlerden anlamazdım. arabalardan da anlamıyordum aslında ama motorsikletlerle ilgili gerçekten hiçbir şey bilmiyordum. yıllardır amerikan filmlerine maruz kalan bilinçaltım sahipleriyle ilgili bana bir kaç fikir veriyordu sadece.

yine de bütün cin şişesini içtikten sonra mingi beni evime bırakmayı teklif ettiğinde karşı çıkmadım. başıma gelebilecek en kötü şey bu kafamla derse girmem ya da okulda dolaşmamdı ve ben bunu yapmak istemeyeceğime emindim.

mingi benden uzundu. aslında çoğu insan benden uzundu ama mingi gerçekten tanıdığım en uzun insandan bile uzun olabilirdi. arkasında yürüyordum ve karşıdan gelen birinin beni görmeyeceğine emindim. benden yapılıydı da, tüm vücudum mümkünmüş gibi daha da küçük hissettirmişti. tabi alkol ölçü algımı etkiliyor da olabilirdi.

"tutunabilir misin?"

şu an karşısında dikildiğim siyah motoru size daha iyi tarif edebilmek isterdim gerçekten ama söylediğim gibi motorlardan anlamıyordum. büyüktü ve siyahtı. mingi'ye benziyordu aslında bazı açılardan.

someone's someone | minsungWhere stories live. Discover now