•B.7.|Nigâh-Fürûz

455 508 484
                                    

Ölü Mektuplar •B.7.|Nigâh-Fürûz 

Müslüm Gürses-Hasret Rüzgârları

Zamansız dökülen yapraklar gibi,
Ayrıldık sevgilim, doyamadım sana.

"Çaresi tükenmiştir sahici sevenlerin."

Mutluluğun tadını aşkta alanlara, sonunun cefası baldan tatlıdır. Söyleyin, hangi adam vardır ki sahiden aşık olan ve kadınının bakışını seyre daldığında hissettiği pamuktan zevki, gün sonunda tadacağı ateşten lokmaları bile bile dibine kadar yaşamayan? Öyle adamlar vardır ki aşık olduğu kadının çehresinde göreceği gülüşün zerresi için, gün sonunda omuzlarına binen dünyanın bütün yükünü kadının uğruna sanki bir saç teliymiş gibi taşımaya çalışan. O adamlardır ki kadınla mutlu olabileceği tek bir an uğruna, akşam çöktüğünde güneşle birlikte yüreğine batacak acıya koşa koşa ilerleyen. Adamlar... Çaresizliğin içinde boğulan ama nefes almaya gücü yokken dahi kadınına çare olmaya çalışan adamlar... İyi ki varlar ama aslında hiç olmamışlar.

İşte o adamlardan biriydi, Bora. rçın İstanbul ayazından koruyamadığı parmaklarına durmadan sıcak nefesini üflemeye çalışıyordu fakat çenesi ve dudakları üzerine giydiği büyük montun içinde kaldığından pek etkisi olmuyordu. Sessizce bir küfür daha mırıldandı parmaklarını ovalarken. Soğuktan sulanmış kirpiklerini, siparişini hazırlayan adamı görebilmek adına kırpıştırdı ama pek işe yaradığı söylenemezdi. Doğrusu, fena hâlde üşüyordu. Az sonra sevgilisi Duru'nun yanına gideceğini kendine hatırlatarak ısınmaya çalışıyordu ama kalbindeki sıcaklık bu ayazı avutamıyordu.

"Başka bir isteğiniz var mıydı?"  Bora, satıcının sesiyle siparişleri ona uzattığını yeni fark edebilmişti. Kendine gelmek adına başını iki yana salladı ve siyah poşeti kızarmış parmaklarıyla kavradı. Elinde sıktığı parayı hızla tekel bayisinin satıcısına uzatıp arkasına döndü ve cam kapıyı açıp hızlı adımlarla yürümeye başladı. Attığı her adımda biraz daha hızlanmaya çalışıyordu, birkaç sokak uzakta olan sevgilisinin evine bir an evvel varabilmek adına.

İçindeki bu hevesin tek sebebi can yakıcı soğuk değildi elbette. Uzun zamandır görmüyordu, Duru'nun gülen gözlerini. Özlemişti. Onu özlemek, en eski şarabı tatmak gibiydi. Onu özlemek, yıldızlara bakmak gibiydi. Onu özlemek, sevilmek gibiydi. Güzel olanların cümlesiydi.

Kalbindeki duygular sığmayıp dışarı taşacakmış gibi hissediyordu kapıya yanaştığında. Tuttukça ağırlaşan poşeti diğer eline aldı ve titreyen parmağını kaldırıp zile bastı. Sabırsız bir merak içini alıp götürürken, bakışlarında da aynı heyecan yatıyordu. Çok geçmeden usulca aralanan kapıda bir çift kahve belirdi. Bora'nın daha bir titreyen bedeni artık zapt edilemez olmuştu. Bu kadın, bu kadar güzel bakmayı nasıl başarıyordu?

"Bora'm, hoş geldin. Yanakların nasıl kızarmış öyle? Çok üşümüşsün, gel hadi ısıtalım seni."

Duru, küçük bedenine sarılı açık mavi battaniyeyi Bora'ya sarmak için bedeninden kurtarmaya çabalıyordu. O sırada titrek koca oğlan, kadının üzerindeki gri eşofmanın paçalarını içine kattığı kiraz desenli çoraba ve içinde kaybolduğu, kendisine ait olan kırmızı kazağa hayranlıkla bakmakla meşguldü. Gözlerini kapatıp derin bir iç çekti. Hayır, sarhoş olmak için daha çok erkendi.

"Hoş buldum, papatyam." dedi ayakkabılarını çıkarıp içeri doğru bir adım attıktan sonra. Duru, o girer girmez Bora'nın arkasına geçip kapıyı kapatmıştı. Sonra, arkasını dönüp kendisini zevkle izleyen bakışlara doğru uzanmıştı. Minik ve bir o kadar da zarif parmaklarının arasına sıkıştırdığı battaniyeyi iki yana açmış ve parmak uçlarında uzanarak koca oğlanın omuzlarına sarmıştı.

Ölü MektuplarWhere stories live. Discover now