•B.3.|Efsunkâr

818 580 2K
                                    

Ölü Mektuplar •B.3.|Efsunkâr

Sezen Aksu-Kurşuni Renkler

Yok olamaz dur, dur gidemezsin.
Gözlerimin rengi dur, bulutlara dönemezsin.

"Zaman, ruhun katiliydi."

Gülümsemenin başın hareketine dahi yetişemeden söndüğü yüzlerin, suratlara takılan sahte maskelerle asıl yüzünü hep saklayanların, parasıyla mutlu etmektense aldığı dünyalık mallarla gösteriş yapanların sayısının tükenmediği dünyada; kış bahane, sahtelik soğutuyordu sokakları. Bora, âdemoğlunun soğukluğundan kendini burada soyutluyordu. Burası, bütün dünyaya inat, sıcacık hissetme tesisiydi. Burası, sessizce demlenip, ruhunun sarhoş yarısında saklı olan azgın duygularını dışa vurduğu yerdi. Burası, ilk iki dublede hayatın anlamını, sorunlarının çözümünü bulduğu, lakin şişenin dibinde yine herşeyi unutup başa döndüğü yerdi.

Lapsus Meyhane'ydi...

Elbette buraya sürekli açtıkları plak şarkılarından Zeki Müren'i dinlemek, hatta en çok da Böyle Bir Sevda Kara Toprakla Biter şarkısını dinlemek için geldiği günler de oluyordu. Olmaz olur muydu? O kadife sesin ruhta, derinlerde bıraktığı yumuşaklığı tatmamış insan demek; hayatında hiç sahici keyfi yaşamamış insan demekti. Bora, bu keyfin en sahicisini yaşamak umuduyla paşanın şarkılarının çaldığı vakitlerde uğrardı en çok. Haricinde, son zamanlarda arzularını şelale misali yüreğinden akıtan başka bir isteği daha uyanmıştı.

Cennet saçlı kadınla rastlaşmak.

Rengini ufuktaki akşam güneşinin hatıralarından alan cennet saçlı kadının, masasına öylesine biri olarak oturmasının üzerinden günler geçmişti fakat her akşam mutlak uğradığı bu meyhanede, onu bir daha görme şerefine erişememişti ne yazık ki. rseydi ya bir kere daha, onu gördüğü günden beri içemediği son kadehin dibinde gördüğü gülüşüne sarılmak istediğini. Sadece bu değildi, rakı içmeyi bilen o kadının adabı ve asaletiydi belki de onu böylesine etkileyen. Elinde tuttuğu kadehin yerinde olmayı bile delicesine arzulamaktı en nihayetinde, günlerdir bu masaya bedenini sabitleyen. Ya da gülüşünün güzelliğiydi, papatyaya benzeyen. Bakmak istemesiydi, doyamayacağını bile bile, bir daha hiç göremeyecekmişçesine.

İçinde, varlığına engel olamadığı bir huzur hakimdi. Sanki ucuna dokunsalar taşacakmış gibiydi. Sebebine erişemediği bu huzur, yüzünde iki yanı samimiyetle kıvrılmış, ona fazlasıyla yakışan bir tebessüm bırakıyordu. Elinde tuttuğu rakı kadehinden burnuna sızan anason kokusunun, burnunu karıncalandırdığını hissediyordu. Rakı, Bora'ya göre olmayanları oldurandı. Kim bilir, hangi romanların, şiirlerin temelleri atılmıştı bir rakı şişesinin gölgesinde? Kaç utangaç aşık cesaretini bulmuştu tek bir damlasında? Ne kadar çok kişi vardı, içi kan ağlarken bir bardak sekin ruhuna ayna tutup aslında hiçbir yaşadığını hak etmediğini gösteren ve yüzüne rakının yanında balık yiyormuş mutluluğu bırakan? Haklıydı, olmayanları oldurandı.

Kadehi usulca kaldırıp dudaklarına yanaştırırken, her vakit olduğu gibi gözleri sıkıca kapalıydı. Damlası damlasına tam sevdiği kadar rakının içine eklediği su ve buzların, damağına bırakacağı hazzı tatmak için küçük bir çocuk sabırsızlığı hissediyordu. Tam kadehi dudaklarına dokundurmasına milimler kaldığı anda, yanında yine o hareketliliği hissetti. Ardından oturduğu iki kişilik sandalyenin diğer kenarının çökmesiyle, arzusuna ulaşma isteği tekrar uyandı içinde. Çok büyük bir hızla gözlerini araladı ve başını o yöne çevirdi.

Ölü Mektuplarحيث تعيش القصص. اكتشف الآن