SİYAH VE BEYAZ

2K 119 37
                                    

Karaca dizlerini bükerek yere oturmuş ve karşısında olayları henüz idrak edememiş küçük kız çocuğuna bakıyordu. Topuklarıyla birlikte ayaklarını da yer yer kesmiş olan kız çocuğu yediği iğne sonrasında ağlamayı kesmiş, annesini eteklerini tutarak ellerini incelemeye başlamıştı. Fakat kızın annesi çocuğunun bu haline dayanamayarak ağladığında, kız ayaklarını Karaca'nın elleri arasından kurtarmaya çalışıyor ve Karaca ne işini yapabiliyor ne de işine odaklanabiliyordu. Sinirini yatıştırmaya çabalayarak ayağa kalktı hızlıca. 

"Hanımefendi isminiz nedir?"  Kadın gözyaşlarını eli ile temizlerken titrek bir nefes verdi. 

"Gülşah." Titreyen sesini bastırmaya çalışarak.  Karaca biraz daha yaklaşma gereği duydu kadına karşı. Çünkü küçük kız acı hissetmiyordu ama annesinin ona öylece bakıp ağlaması huzursuz olmasını sağlamıştı. 

"Bakın sizi anlayabiliyorum ama siz ağladıkça Gökçe korkuyor ve işimi yapamıyorum. Lütfen metanetli davranmaya çalışın. Böyle yapmanız size de çile bana da çile." 

Gülşah Hanım başını ağır ağır sallayıp sedyeye oturdu sakince. Kızını kucağına alarak onunla şakalaşmaya başladı. Karaca pansuman masasından yeni bir pamuk alarak işine devam etti. 

Gökçe henüz 5 yaşındaydı. Salonda duran cam sehpaya çıkmış ve üzerinde zıplamaya çalışmıştı. Ağırlığa dayanamayan sehpa kırılmıştı ve kızın minik ayaklarına camlar batmıştı. Uzun uğraşlar sonucu ayaklarını camdan tamamen temizlediğinde sırtı terlemekten sırılsıklam olmuştu. Şimdi ise ayağını sarmaya çalışıyordu. 

Annesi ve kızı sorunsuzca hastaneden ayrıldıklarında Karaca, alnında biriken teri elinin tersiyle silmişti. Gözleri acil servisin kapısına takıldığında acil bir hasta görememişti.

Sabahlara kadar içmiş gibi zonklayan başına rahatlayabilmesi için bir kere bile baskı uygulayamamıştı. Mesleğini seviyordu hatta çok seviyordu ama bazen onu öyle zorluyordu ki her şeyi bırakıp arkasına bakmadan kaçmak istiyordu. Kolundaki babasının yadigarı saate bakmak için durduğunda öğle yemeği vaktinin geldiğini anlayıp son işlerini de hallettikten sonra ayağa kalkarak bulunduğu yeri terk etti.

Beyaz üniforması ile aynı rengi taşıyan teni, yüzünün her daim solgun gözükmesine neden olurken bazen arkadaşlarından hasta muamelesi görüyordu. Bunlar elbetteki şakaydı, Karaca umursamazdı. Başı ben buradayım dercesine şakaklarından başlayıp alnına hançerler saplarken durdu, gözlerini saniyeler içinde kapatıp açtı ve parmakları ile baskı uygulamaya koyuldu. Yemekhane kapısına varmadan geri döndüğünde bu ağrının açlıktan olmadığını biliyordu, düpedüz uykusuzdu. Geldiği yolu daha çevik hareketlerle geri dönerken kolunu kavramıştı Simge.

"Karaca yemeğe gelmiyor musun?"

Sorgulayıcı bakışlardan hoşlanmazdı, bazı hastalar meraktan yaptığı işe baktığında durur, karşıdaki bakışını çektikten sonra işine devam ederdi.

"Benim iştahım yok size afiyet olsun."

Kolunu kurtarıp yola devam ederken tersi yöne giden çoğu tanıdık simaya ya gülümsüyor ya da açıklama yapıyordu, sanki bunu yapmaya mecbur gibiydi.

Acil servisin kapısından kendisini dışarı attığında derin bir nefes çekti. Belki de sürekli soluduğu ve artık üzerine sinmiş hastane kokusu yüzündendi bu ağrıları, henüz çözmüş değildi. Üniformasının ön ceplerinden birinde telefonunu aldı ve hastanenin istinat duvarına yasladı sırtını. Sırtından bedenine yayılan soğukluk ile uyarılmaya başlayınca biraz geri çekilerek olduğu yere çöktü. Yorgundu çok yorgundu. Düzgün dinlenemiyor, düşünemiyor ve öz hayatına devam etmekte zorlanıyordu. 

NÂREWhere stories live. Discover now