0.1

8.3K 427 558
                                    


..

Korkudan daha baskın tek bir duygu varsa o da alışmışlıktır. Alışkanlıkların zincirleri, önce duyulmayacak kadar hafif, sonra kırılmayacak kadar güçlü olur diye bir söz okuduğumu hatırlıyorum, önceden o kadar anlam veremesem de şimdi ne kadar doğru olduğunu anlamam zor olmamıştı. Alışmıştık, tüm kasaba başımıza gelen şeyleri sorgulamadan alışmayı tercih etmiştik. Kimse neden bunu kabullenmek zorunda olduğumuzu sorgulamamıştı, babam bile. Gerçi buna kızmıyordum kasabada olan olayların telaşa yol açmaması için hiçbir zaman Kore medyasına yansıdığını görmemiştim.

İstemiyorlardı, basit bir şekilde bizi ölüme terk etmişlerdi. Eğer tüm kasaba hiç kimsenin haberi yokken ölürsek herhangi bir salgın hastalığı ortaya atıp sıyrılırlardı nasıl olsa işin içinden.

Geçen yılın sekizinci ayında kasabada kimin tarafından işlendiği belli olmayan cinayetler başladı, orta yaşlı birçok insanın ölüm haberi kulağıma gelmişti ama yine de korkmak istemiyordum. Korkmamıştım da, çünkü gerçekleşen tüm olaylar benden uzaktaydı. Belki kırk belki elli yaşlarında tanımadığım insanların ölmesi benim tüylerimi ürpertecek kadar korkmama neden olmamıştı, tabii olanlar olacak ki kasabanın nüfusu gittikçe azaldı ve insanlar taşınmaya başladı. Sonrasında yeni yılın ilk gününde bir cinayet daha işlendi bu sefer kanımın donmasını engelleyememiştim, ölen kişi okulda çok da konuşmadığım bir kızdı. O günden sonra her şey bu şekilde devam etti, ölen genç sayısı yaşlı sayısını geçti. Artık bir seri katilimiz vardı ve polis bununla ne kadar ilgilenmeye çalışsa da elleri kolları medya ve iş adamları tarafından bağlandığı için bir yararları olmuyordu.

İş adamları gönüllü olarak kasabanın nüfusunun düşmesine engel olmak için burayı daha da güzelleştirmeye çalıştılar. Yapılan avmler, park alanları, dikilen ağaçlar... Tabii ki buraya insan çekmeye başlamıştı ama her şey onların gösterdiği kadar huzurlu değildi. Sınıfımdan birisi öldü, insanların dehşete düşmekten çocuğun arkasından ağlamaya vakti kalmamıştı. Sırasına konulan çiçekler ve fotoğrafını gözümün önüne getirdiğimde şimdi herkesin onu çoktan unuttuğunu fark ediyorum. On birinci sınıflar için olan dört sınıf üç sınıfa düşmüştü, asla bu kadar büyük bir ölüm sayısı beklemiyorduk ama ölen çocuk son olmamıştı. Her gün başka birisinin sırasında çiçekler görüyordum artık. O kadar ki çok sevdiğim çiçekler artık tüylerimi ürpertiyordu, kasaba için çiçekler ölümü simgelemeye başlamıştı artık.

En sonunda dayanamayarak babamın yanında ağlamaya başlamıştım, abimin bakışlarını bile ilk defa o kadar yoğun ve durgun gördüğüme yemin edebilirdim. Taşınmamız için uzun süre ısrar etmiştim ama babam buna imkanımız olmadığını kasabayı bırakmayacağımızı söylemişti. Gerçi pek çok elit kesim çıkan dedikodulardan dolayı itibar kaybetmemek için taşınmayı tercih etmiyordu; söylenenlere göre ki bunlarla ilgili birkaç kanıt görmüştüm, ölen kişilerin işlediği suçlar öldüğü hafta içinde polisin eline geçiyordu. Bu kadar polisin arasına nasıl karıştığını hâlâ anlamakta zorluk çekiyorduk. Yani buna göre ölen herkesin suçlu olduğu ve seri katilin bilerek kasabayı temizlemek istediği dedikodusu dönüp dolaşıyordu sürekli ve sanırım haklılardı.

Her yakalanmak isteyen katil gibi imzası da vardı üstelik, öldürdüğü kişilerin bileklerine taktığı kırmızı iplik onu özel mi hissettiriyordu bilmiyorduk ama en azından yaşanan ölümlerin nedenini bu şekilde çıkarabiliyorduk.

tag,you're it  | taegyuWhere stories live. Discover now