"Annemler arkamızdaymış, duydum. Söyle bir daha annen telefonla konuşurken o kadar bağırmasın Mija."

"Bana Mija deme!"

"Tamam, kanka." Bana her kanka dediğinde içimi bir öfke kaplıyordu. Ve hüzün.

"Bana kanka da deme!" dediğimde birbirimize baktık. İkimiz de boşluğa düşmüş gibiydik. Hafifçe gülümseyerek yanıma geldi. Kalbim yine benden izin almadan ritmini yitirmiş bir halde güm güm atıyordu. Zaten bugüne kadar beni en çok heyecanlandıran iki şey vardı; Korkmak ve Eray.

O geldikçe ben geri geri gidiyordum. Bunu farketmiyormuş gibi gelmeye devam etti ve, "Dur." diye fısıldadı.

Anında yerimde durdum. Başımı öne eğdim. Bana iyice yaklaştığında burunlarımız birbirine değecek hale gelmişti ve kalp atışlarımı duyuyor olabilirdi.

"Çok heyecanlısın," diye fısıldadı. "Sakinleş biraz." Dudaklarını ıslattı, bu huyu beni deli ediyordu. Ona bakmamaya gayret ederek bakışlarımı başka yere yönelttim.

Birdenbire pencerede bir gürültünü kopmasıyla ikimiz de yerimizden sıçradık. Pencereye baktığımızda yüreğim ağzıma gelmişti, cam birdenbire kırılarak parçalara ayrılmıştı. Eray ile hemen oraya koştuk. Kırılan pencereden dışarıya baktım, hiçbir şey görünmüyordu. ''İnanamıyorum, nasıl oldu bu!?'' 

Cam kırıklarını toplayarak çöpe attım, ancak bir tanesi elimi kesmişti. Avuç içimden kanlar süzülürken acıyla inledim. ''Elimi kestim.''

Eray camı bırakarak yanıma geldi. ''Dikkatsizin tekisin. Bekle, bant ve pamuk getireyim.'' Bu cam bu halde durursa gece gelen geçen eve girebilirdi. Nasıl kırılmıştı, kim kırmıştı acaba? Kesin Pars'lar yerimizi bulmuştu. Bizi öldüreceklerdi. Elimin acısı tedirginliğimi bastıramıyordu. Eray geri döndüğünde yanıma gelerek pamuğu avucumun içine bastırdı. Bantı da onun üzerine yapıştırarak elimi sanki bir eşyaymış gibi bana geri uzattı. ''Al.''

''Teşekkürler. Bu camın hali ne olacak?''

''Ben iki dakikalığına ilerideki markete gideceğim, yiyecek falan alırım. Gelirken de tamirci mamirci bir şeyler bulurum, ne bileyim ben de anlamadım ki.'' Askıdaki montunu alarak dışarı çıktı. Havanın kapalı olmamasına şükrettim çünkü evde tek kalınca korkan bir insandım. Bir de karanlık olsaydı eyvah ki ne eyvah...

Eray'ın yokluğundan yararlanarak dolaptan bir A4 kağıdı çıkardım. Elime tükenmez kalemimi alarak hayali en iyi arkadaşıma yazmaya başladım. 

''Seni görebilmek istiyorum. Bana kim olduğunu söyle.'' Notu pencereye koyamayacaktım çünkü pencere diye bir şey yoktu. Paramparça olmuş cam kırıklarına basmadan ayakkabılarımı aldım ve dışarı çıktım. 

Buraya geldiğimden beri neredeyse ilk kez dışarıya çıkmıştım. Oksijeni ciğerlerime doldururken etrafı yokladım, ıssız bir yerdi ancak derli topluydu. Ev yola çok yakın değildi ancak yoldan da hiç araba geçmiyordu zaten. Yolun karşısında sık ağaçlarla kaplı bir orman bulunuyordu. Geceleri bu ormanın ne kadar da ürkütücü göründüğünü hayal ettim.

Elimdeki kağıdı ikiye katlayarak evin bahçesinin dışında bulunan ağacın dalına bıraktım. Yeniden koşarak eve doğru yöneldim. Eve girerek kapıyı kapattım ve yere eğilerek pencereden dışarıyı izlemeye başladım. Bana bu notları yazan kişi kağıdı almaya gelecekti, ben de böylece onu görebilecektim. Gerçekten çok, çok merak ediyordum. 

Bir süre beklememe rağmen görünürde kimseyi görememiştim. Telefonumu camın önüne koydum, video bölümünü açarak oraya bıraktım. Beklememe gerek kalmayacaktı. 

~~~~

Aradan yaklaşık yarım saat geçmişti. Odamda kitap okuyordum, kapı çalınca koşarak salona gittim. Eray gelmişti, yanında bir adam vardı. Pencereye yeni cam takmak için gelmiş olmalıydı. Bana içeri geçmemi işaret ettiğinde pencerenin önünden telefonumu aldım ve videoyu kapatarak odama gittim.

Eveet. İzleme vakti gelmişti. 

Videonun başlarında hiçbir şey yoktu. Biraz ileri aldım, kağıt hala ağacın dalında duruyordu. Videoyu sona sardığımda kağıdın yerinde olmadığını gördüm ve yeniden geriye sardım. Kalbim küt küt atıyordu. Dakikalar sonra kağıdı alan kişiyi görecektim.

İlk önce siyah botları farkettim. Üzerine simsiyah, pelerine benzer upuzun bir şey geçirmişti o kişi. Yavaşça ama emin adımlarla yaklaştı. Başında kocaman, siyah bir şapka bulunduğu için yüzünü göremiyordum. Sadece parmaklarındaki siyah ojeleri seçebilmiştim. Bir süre etrafa bakındı, siyah bir gözlük takmıştı ve videoya doğru dönmediği için yüzü görünmüyordu. Ağaçtaki kağıdı farkettiğinde siyah ojeli elleriyle aldı ve kararlı adımlarla uzaklaştı. Gözden kaybolduğunda ardından yapraklar uçuşmuştu.

Ve video bitti.

Öylece kalakalmıştım. Birisi beni görebiliyordu. Bizi. Düşüncelerimi okuyabilen kişiyi görebilmiştim. Kim olduğunu göremesem, yüzünü göremesem de kız olduğunu biliyordum çünkü ojeleri vardı. Kimdi Allah'ım, kimdi bu? Pars olamazdı. Sare de olamazdı. Elis veya Dolunay olabilirdi, ya da bir başkası olabilirdi. Kim olduğunu bulacaktım. Az kalmıştı.

Adam evden gittiğinde kapının kapanma sesini duydum ve içeriye gittim. Eray yeni camı göstererek, ''Nasıl olmuş?'' diye sordu. 

''Harika.'' diye sırıttım. ''Eray bak ne buldum. Bana o notları yazan kişi videoda gözüktü.'' diyerek videoyu açtım ve ona izlettim.

''Gerçekten HD kalitesinde görünüyor Maya. Yüzünü de çok güzel gördük cidden.''

''Ya Eray!'' diye cırladım. ''Adam yüzünü göstermediyse benim suçum mu?''

''Bir şey diyeceğim,'' dedi. ''Serenay'ın nasıl öldüğünü nereden öğreneceğiz? İnternette hiçbir şey yok.''

O bunu dediği anda gözlerim pencereye çevrildi. Kağıt oradaydı. Hemen gittim ve o tanıdık duyguyu hissederek kağıdı aldım. ''Cevap gelmiş.''

 ''Beni görebilmek mi istiyorsun? Videoda yüzümü göremediğin için üzgünsün.'' 

Donakalmıştım. Onu videoya aldığımı farketmişti. Okumaya devam ettim.

''Ama endişelenme. Göreceksin. Korkmaktan vazgeç ve cesur ol, eğer savaşı kazanmak istiyorsan. İpuçlarını takip et, kim olduğumu öğrenmeye çalışıyorsan.''

Sesli bir şekilde okumam bittiğinde Eray'a baktım. ''Oha.'' diye mırıldandı. ''Kim olduğunu bulabileceğimizi söylüyor. İpuçları bırakmış. İyi de elimizde ipucu yok ki... Sadece Serenay Arslan var elimizde, onun da nasıl öldüğünü bilmiyoruz. Sence kim bu çılgın?''

"Kim olduğunu bilmiyorum ama kız olduğu kesin. Elinde siyah ojeler vardı." dedim kendi kendime.

-FLASHBACK (GEÇMİŞ)-

''Dolunay çek şunu!" diye bağırdı Serenay. Kardeşinin oyuncak bebeği yüzünden koltuğa oturamıyordu. "Kaç yaşına geldin hala oyuncak bebeklerle oynuyorsun."

"Sen de bakımlı olacağım diye hep siyah oje sürüyorsun Serenay. Senin yaptıkların daha mı eğlenceli?"

"Kavga etmeyin çocuklar," diye seslendi anneleri. "Abiniz yarın sınava girecek. Rahatsız etmeyin onu."

Dolunay "Peki," derken Serenay üstelemeye devam etmişti. "Onun da sınavları bitmek bilmiyor. Pars yüzünden evde konuşmak da yasaklandı. Şu sınavlar bitsin, iyi bir liseye yerleşemezse babamdan önce ben sinirleneceğim ona."

"Serenay sus artık, çok konuşuyorsun sen! Bir olaya da karşı çıkmak yerine kabullen artık."

"Sakin ol Dolunay, daha az önce okulda hoşlandığın çocuk Emre'yi düşünüyordun." dedi küçük kız.

"Emre değil o, Eray. Hem onu düşündüğümü nereden biliyorsun?"

"Bilirim ben, nasıl bildiğimi öğrenmek istiyorsan ipuçlarını takip et." dedi gizemli bir edayla, sonra ise kıkırdadı. "Şaka yapıyorum, korkma hemen."

TelekineziWhere stories live. Discover now