şehrin gürültüsünü bastıran gözler.

184 51 51
                                    

Ressam, eline sarı boyayı alarak çizmeye başladı. Güneşi çizdi ilk. Batmakta olan güneşi. Ardından mavi kalemi ile, denizi. Sonsuz maviyi. Koyu mavi ile açık mavinin sonsuz dansını çizdi. Dalgaları. Sonra denizin yansıması olan gökyüzünü çizdi. Yoksa, deniz mi gökyüzünün yansımasıydı? İçinde hüzünü, sevinci, öfkeyi, özlemi barındıran gökyüzünü çizdi. Mavi tonlarını kullandı fakat gökyüzünün rengini anlatmaya hangi renk yeterdi ki? İçinde ki duyguların rengi mi olurdu? Ama bazen dışa vurabiliyordu belki de. Pembeye boyandığında, mutluluk. Griye boyandığın da, öfke. Yağmur yağdığı zaman, hüzün. Renkleri kalıplaştırabilir miydik ki? Duyguları kalıplaştırabilir miydik? Tekrar eline turuncuyu aldı sonra. Güneşin yaydığı turunculuğu çizdi. Gökyüzüne ve denize yaydı turunculuğu. Bütün renkleri bir kenara iterek siyahla bir kuş çizdi. Ardından birkaç tane daha çizdi. Siyahın içinde umut barınıyordu bu sefer. Kuşlar, yarın tekrardan güneşi görebilme umudunu taşıyarak veda ediyorlardı güneşe.

Ve bu anın her bir saniyesine tanık olan, iskelede iki masal kahramanı vardı.

Genç adam patronundan aldığı izinle tekneden erkenden ayrılmış ve direkt iskeleye gelmişti. Üstünde sürekli giyilmekten dizlerinin rengi ağırmış bahçivan kıyafeti, bahçivan kıyafetinin altında siyah bir kısa kollu, başında kahverengi şapkası ve yine kahverengi ayakkabıları vardı.

Arkasında duyduğu ayak sesleri ile oraya doğru döndü bakışları. Genç kızı gördü. Güneş tam olarak ona vurmuştu ve saçları adeta güneş gibi parlıyordu. Gözleri de öyle. Normalde ela olan gözleri şu anda yeşil gibi gözüküyordu. Sarı bir elbise giymişti ve üzerinde beyaz puantiyeler vardı. Saçında, üstüyle uyumlu sarı bir bandana ve beyaz babetleri.

Genç kız, genç adamın gözlerine, gözlerini sabitlemiş bir şekilde yanına kadar ilerledi ve elbisesinin eteğini tutarak hemen yanına oturdu. İkisininde ayakları iskeleden sarkıyordu ve sallanıyorlardı. Bu durum genç kızın hoşuna gitmişti.

Başını ona doğru döndürdü ve bir tebessüm bahşetti.

Aradan birkaç saniye geçtikten sonra ciğerlerine nefes doldurarak bakışlarını denize döndürdü ve elinde ki ortadan ikiye katlanmış olan kağıdı ona uzattı. Genç adam uzanarak kağıdı aldıktan sonra dikkatlice açarak sakince okumaya başladı.

"Merhaba. Kelimelerimi hizaya sokma konusunda pek becerikli sayılmam ama olabildiğince anlatacağım sana bu şekilde. En kolay yol bu çünkü. Doğuştan gelen şey değil bu. Ama nasıl olduğunu inan hatırlamıyorum. Çok küçükmüşüm. Bir kaza sonucu sanırım. Çare bulamadılar. Ama uğraşıyorlar. Babam çok uğraşıyor. En çok o uğraşıyor. Eksikliğini hissettim belki. Ama daha önce hiç bilmediğim, hiç tatmadığım bir duyuyu ne kadar arayabilirdim ki? Ya da ne kadar eksikliğini hissedebilirdim? Ama hep kendi kafamın içinde kurdum. Buraya her gelişimde kuşların sesini hayal ettim. Dalgaların kıyıya vuruşunun sesini hayal ettim. Şehrin sesini hayal ettim. Babamın sesini hayal ettim. Kendi sesimi hayal ettim. Adımlarımın sesini hayal ettim. Ve şimdi de senin sesini hayal ediyorum. Belki bir kuşun sesini duymak insanlar için çok basit bir şeydir. Ama ben o basitlikten mahrum kaldığım için, o sesi arıyorum. Ya da o çalar saatin sesi. Eminim nefret ediyorsunuzdur hergün o sesi duymaktan. Yani en azından babamın yüz ifadesinden o anlaşılıyor. :) Ama ben o sesi duymak için can atıyorum. Buraya her gelişimde; vapurun sesini, kuşların sesini, insanların sesini, dalgaların sesini, senin sesini, kendi sesimi, babamın sesini, kedilerin sesini, köpeklerin sesini kafamda canlandırmaya çalışıyorum. Kafam da o sesleri duymaya çalışıyorum. Ama yoktan var edemiyorum işte. Ve bir gün olurda duyabilirsem, tam olarak o iskele de durup, bütün sesleri hissetmek istiyorum. Duymak istiyorum. "

Genç adam elinde ki kağıdı tekrar ortadan iki katlayıp bacakların üstüne koydu. Ve bakışlarını genç kıza çevirdi. Ona bakmıyordu. Denize bakıyordu ve arada gözlerini uçan kuşlara ve güneşe çeviriyordu. Onların seslerini hayal ediyordu şu anda. Onların seslerini hissediyordu. Belki de duyuyordu. İlla ki gerçekten duymak mı gerekiyordu, işitebilmek için? Eğer ki gerçekten duymak gerekiyorsa ne halt yiyordu bu insanlar?

Genç adam, kızdan uzaklaştırdığı bakışlarını tekrardan ona döndürdü ve kafasında ki tüm düşünceleri bir kenara koyarak şöyle düşündü,"Keşke bütün sesleri avuçlayıp, sana getirebilseydim."

Genç kız, sanki düşüncesini hissetmişcesine ona döndü. Gülümsedi. Batan güneşi ardlarına aldılar. Gözler konuşmaya başladı ve o gözler şehrin bütün gürültüsünü bastırmaya yetti. Varsın bütün dünya sessizliğe gömülsündü. O ikisi konuşsa, bütün dünya konuşuyormuş gibi olurdu zaten.

Ressam tuvaline son fırça darbesini de vurmuş ve güneşi batırmıştı. Bütün şehir sessizliğe gömülmüş, sadece o ikisi konuşuyordu. Onlar için, kuşlar bile susmuştu. Ressam aralarında oluşan sarmaşıklara zerre dokunmamıştı ve sarmaşıklar gittikçe büyüyordu. Resmin her yerini kaplayacakmışcasına.

 Resmin her yerini kaplayacakmışcasına

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.
müzik kutusunu yutan kız.Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin