please, please, please let me get what I want this time

102 9 24
                                    

Yağmur damlalarının Los Angeles'ı bir battaniye tavrıyla kucaklaması alışıldık bir durum değildi.

Güneş, Los Angeles'la yüzyıllar boyu sürecek bir antlaşma imzalamışcasına onu bünyesi alırken bugün işler değişmiş gibi görünüyordu.     

"Bugünün dışarıda gezmek için iyi bir hava olmadığını hissedebiliyordum." John, ellerini ellerime kenetlemiş bir şekilde beni kayalıkların olduğu yere doğru çekerken ayaklarım olduğu yerde kalmak istercesine direniyordu.

"Tanrı'nın gözyaşları bunlar, belli ki yalnızlığına ortak olmamızı istiyor." Yalın ayaklarımız ıslak kuma bata çıka yürürken halimden memnun olduğum söylenemezdi.

"Sen gerçekten delisin." Yeryüzüne hızlı bir şekilde düşen yağmur damlalarının bir araya gelerek oluşturduğu ses ve gök gürültüsü, dudaklarımdan dökülen sözlerin duyulması için başlı başına engellerdi.

"Kim bilir belki öyleyim, belki de kimse dünyayı benim gördüğüm gibi görmüyordur." Omuz silkti ve onu duyabilmem için hafif yüksek sesle konuştu.

Sonunda oldukça büyük bir kayanın önünde durduğumuzda oturmamı istercesine bakışlarıyla kayayı işaret etti. Kayanın benim boyumdan çok daha uzun olması zihnimde beliren en ufak ihtimali bile soldurdu.

John'un gözlerinin içine doğrudan mahçup bir ifadeyle baktığımda dudaklarında karnımdaki filleri tepinmesi için harekete geçiren bir gülümseme belirdi.

Gitar çalmaktan zamanla yamuk bir görüntüye sahip olan parmakları belimi kırılmasından korktuğu bir matruşka bebeği gibi sarmalamıştı. Ayaklarımın yerden kesilmesiyle bedenimi kayanın üzerine yerleştirmesi eş zamanlı olmuştu. O ana kadar ne kadar güçlü olduğunu veya değilse de benim ne kadar ince olduğumu düşünmemiştim. Zihin yaşım sanki olması gerekenin on yaş altına inmişti ve beni bir şekilde karşımdaki çocuğun Herkül olduğuna inandırmıştı.

Yanımdaki yerini alması uzun sürmedi. Yağmur da az önceki kadar şiddetli değildi, sadece ufak ufak çiseliyordu. Deri ceketini omuzlarından çıkardı ve omuzlarıma yerleştirerek bedenimi özlediğim bir sıcaklık hissiyle kavuşturdu.

"Bu randevulaşma olayını ben de senin gibi ilk kez yaşıyorum. Yanlış olduğunu düşündüğün bir şey yaparsam uyarabilirsin." Yerinde rahatsızca kıpırdanırken bakışlarını karşımızdaki denize dikerek çekingen bir tavırla konuştu.

"Olduğun gibi davran sadece. Zaten yeterince iyisin." Sözcükler dudaklarımdan çıkarken, onun gerginliği üzerine tutulmuş bir aynaymışım gibi bana yansımıştı.

"Yatakta da iyi olduğumu söylüyorlar." Az önceki çekinik tavırları çapkın göz kırpmasıyla yer değiştirdiğinde omzuna hafifçe vurdum.

"Şu ana kadar parmaklarınla sayamayacağın kadar çok kız arkadaş edindiğini de söyledin fakat az önce de daha önce randevulaşmadığını söyledin. Tutarlı bir insan değilsin." Söylediklerimin üzerine belli belirsiz gülümsedi.

"Kurduğun cümleden sonra bile hala benim için ne kadar özel olduğunu fark edemedin, değil mi? Bana haksızlık ettiğinin farkına var artık, Oswald."

Bacağımı diğer bacağımın üzerine attım ve derin bir nefes alarak ciğerlerimi havayla doldurdum.

"İnan bana beni ne kadar süredir peşinden koşturduğunu hiç merak etmiyorum, çünkü bana olan sevgini söylediğini duyacağım güne kadar hiçbir günün benim için bir önemi yok."

Gözümün ucuyla ona doğru bakmamla benim gibi gözlerini karşımızdaki denize diktiğini görmüştüm. Kollarını gövdesini sarmalaya yeterince gücü yetmemiş kısa kollu ince gömleğinin üzerinden bedenine sardı.

blood sugar sex magik // john fruscianteWhere stories live. Discover now