iskeledeki masal kahramanı.

748 80 150
                                    

Saatin, sabah saatlerini göstermesi ile siyah boya akıyordu ve yerini mavi boya alıyordu. Güneşin doğmaya başlaması ile de maviye biraz turuncu karışıyordu. Yaradan, fırçarşını mükemmellikle oynatıyordu.

Sabahın ilk ışıklarından itibaren dünyayı bir telaş hakim oluyordu. İnsanların bazıları yeni uyanıyor, bazıları çoktan uyanmış oluyor, bazıları işlerin başında, bazıları hala uyuyorlar, bazıları ise yeni uyuyorlardı. İnsanoğlu işte. Hava aydınlanmış olabilirdi, uyuyan kişilerin geceleri hâlâ sürüyordu. Ki gözlerini güne açan herkesin de aydınlığa kavuştuğu söylenemezdi. Sahi, aydınlık neydi?

Kuşlar sanki havanın aydınlanmasını kutluyormuşcasına ötüşüyor ve uçuyorlardı. İskelenin başında durun kız onlara bakıp tebessüm etti. Ardından iskelenin sonuna kadar hiç durmadan ilerledi. Ayağında beyaz babetleri, üstünde kırmızı, çiçekli elbisesi vardı ve bu şekilde adeta masaldan fırlamış bir karakter gibi gözüküyordu. Kulaklarının orada biten kısa saçları esen meltem ile aheste aheste dans ediyordu. Hızlı değil, aheste aheste.

İskelenin sonuna geldiğinde elbisesinin eteklerini tutup oturdu, genç kız. Etrafına bakındı. Her şeyi duyuyordu. Kuşlara bakıyordu, ötüşlerini duyuyordu. Denize bakıyordu, dalgaların kumsala çarpışını duyuyordu. İnsanlara bakıyordu, içlerini duyuyordu. Güneş, genç kıza sağından vuruyordu. Bu da sağ gözünü kısmasına sebep oluyordu. Bundan ötürü sola meyilli oturdu biraz.

Elinde ki telefona takılı olan kulaklığı kulaklarına taktı ve müziklerinin arasından bir müzik açtı.

Kır Papatyası. Ah ne çok severdi bu şarkıyı. Hayır hayır. Şarkıyı değil. Kelamlarının altına yüklediği anlamları.

Şarkı melodisinin ardından çalmaya başladı. Ya da o öyle sanıyordu...Çalmasa da olurdu. O çaldığına inanıyordu. Bu inanç ona yeterdi.

"Bu gece yanımda olsan,
Yüzüne gonca kondursam.
Küçücük avuçlarında,
Sana masallar anlatsam."

Genç kız, bedenini kendince bir ritimle sallıyordu. Kafasının içinde kendisine şarkı yaratıyordu, kendince. Şarkının sözlerini kafasında bezeyip, yeni bir şarkı oluşturuyordu adeta.

"O gece benimle kalsan,
Sabırsız hayaller kursan.
Görmeye mevsim saydığın,
Maviyi bana anlatsan."

Genç kız bedenini iskeleye yatırıp; gözlerini, gökyüzüne deydirdi. Bulutlar gözle görülebilecek bir şekilde hareket ediyordu. Tutsaydı birinin ucundan, gidebilir miydi buralardan? Kurtulabilir miydi şehrin bu gürültüsünden, insanların gürültüsünden? Kurtulabilir miydi körelmiş kalpler şehrinden;bakıp da göremeyen insanlardan, duyup da işitemeyen insanlardan?

"Hiç uyanmasak, öylece kalsak;
Saatlerce, aylarca, yıllarca.
Üstümüzde mavi, etrafımız yeşil,
Bir tek senin açtığın kırlarda, buluşsak."

Kız, gözlerini gökyüzünden ayırmadan öylece durdu ve kendince şarkıya eşlik etti.

Genç kız, öylece iskeleye uzanmış, saçları kısalığının verdiği imkanlar çerçevesinde etrafa savrulmuşken; güneşin doğuşana adeta eşlik eden, gözlerini kıza dikmiş, mavilerde çalışan bir genç de hemen iskelenin yanında ki teknedeydi.

Genç adam tam da işine dönecekken patronunun sırtına vurması ve,"İşinin başına evlat!" diye konuşması ile acelece döndü işine.

Hayat buydu işte. İki dakika nefes alabilmek için, birilerinin eline bakılırdı. Evde ki çocuğun mutluluğu, başında ki kişinin insafına kalırdı.

Tabii bir de, iskelede ki gibi olanlar vardı. Öylece uzanmış, zaman yokmuşcasına hayatlarını geçirenler.

Ey insanoğlu! Zaman geçiyor; aylar, yıllar, günler geçiyor. Dakikalar geçiyor, saniyeler geçiyor. Ömür geçiyor. Ömrümüze sığdıramadıklarımız geçiyor.

 Ömrümüze sığdıramadıklarımız geçiyor

Oops! This image does not follow our content guidelines. To continue publishing, please remove it or upload a different image.
müzik kutusunu yutan kız.Where stories live. Discover now