47.BÖLÜM: "Gözyaşı Mezarlığı"

Start from the beginning
                                    

''Bunu kimse bilemezdi ki canımın içi,'' dedim gözlerimin içi acırken. ''Onu son görüşün olduğunu bilseydin daha mı iyi olacaktı sanıyorsun? Lütfen kendine bunu yapma. Sen sustukça ruhundaki gürültüde boğuluyorsun. Bunu görüyorum ve elimden hiçbir şey gelmiyor. Lütfen Akif Selim,'' dedim ona bunu büyük bir istekle dile getirirken. ''Benimle konuş, konuş ki sustuklarının acısını sahipleneyim.''

''Konuşursam yarım kalmaktan korkuyorum,'' diye itiraf etti. ''Beni sustuğum yerden anlarsın ama sen değil mi?''

Gülümsedim. ''Tabii ki.'' Elimin tersini çevirdim ve güzel tenini yavaşça sevdim. ''Sen hiç konuşmasan bile ben seni anlarım. Bu hep böyle oldu çünkü.'' Hafifçe soluklanarak yanağımı kolunun üzerinde hareket ettirerek ona biraz daha yakından baktım. Güzel yüzündeki baharı özlemiştim ama onu nasıl geri kazanırdım bilemiyordum. Gözleri benim bilmediğim bir rüyanın içindeydi sanki ama buna rüya demek kendimi kandırmak olurdu. O rüya görmüyordu, o bir kâbusun eşiğinde durmuş birinin onu uyandırmasını bekliyordu.

Akif Selim sadece nefes alıyordu. Gözlerini diktiği belli noktadan ayırmazken ben de gözlerimi ondan ayırmıyordum. Ellerim saçlarında geziniyordu. Çok hassas ve sakin bir biçimde. Güneş bize veda etmeye hazırlanıyordu çünkü akşam oluyordu. Saatlerdir onunla burada günü bitirmiştik ama yaşadığımız, yaşadığı acı her dakika dirilmeye devam ediyordu. Bitmesini beklemek için burada günlerce oturacak değildik zira hiçbir acı beklemekle dinmezdi. Ellerini usulca dizlerimin kenarına koydu. Benim durağım ise gözleriydi, başka bir adres bilmezdim ben. Gözlerinin kenarı kıpkırmızı olduğunda bir damla yaş süzüldü yanağına doğru. İrkildim ama bunu çabucak eliyle sildi. Kafamı kaldırarak dudaklarımı hızla yaladım. Hıçkırarak ağlamadığı içindi bu, gözyaşlarını sakladığı içindi bu damla ama başaramamıştı ki. O duygusal biriydi. Nereye kadar kendini saklayacaktı? Akif Selim gözyaşlarını sildikçe yaşlar akmaya devam etti. Başaramıyordu. Onları bir türlü tamamen silemiyordu. Ellerimi hızla yüzüne koydum ve titreyen sesimle ona eğildim. ''Şş,'' dedim acele ederek. ''Bunu yapma. Bırak kendini ve ağla. Lütfen... Lütfen gözümün bebeği kendini sakın tutma. Saatlerdir tutuyorsun ama yapma. Sana iyi gelecekse şayet gözyaşların rahat bırak onları çünkü biliyorum sen içinde tutmaya devam ettikçe sönmeyecek o yangın. Gözyaşlarını kendinden sakınırsan içini öldürür ama serbest bırakırsan yaşatır.'' Gözlerimin içi acımaya başlarken onun titreyen dudaklarına baktım. Fısıldadım: ''Ben senin yaşamanı istiyorum. Lütfen yaşa.''

İkimiz de duraksadık.
Ne o konuştu ne de ben.
Sonra gözlerini kapattı ve gözyaşları konuşmaya başladı.
Gözyaşları acı veren bir şarkı oldu.
Artık ikimiz de ağlıyorduk.

Elleriyle dizlerime sarıldığında üzerine eğildim ve ben ona sımsıkı sarıldım. Omzundan öptüm, saçlarından öptüm, şakağından öptüm, gözyaşlarından öptüm... Hepsini saniyeler içinde yaptım çünkü ona yetişememekten korktum. Omuzları sarsılmaya başladığında bana döndü kafasını kaldırmadan kollarını belime doladı. Yanına uzandım. Onu göğsüme saklamak istedim. Elimden gelse göğsümden hiç çıkarmazdım. Çenemi kafasının üzerine koyup ona sonsuz bir güven vererek sımsıkı sahiplendim. Ağlarken dudaklarımı ısırdım çünkü ikimizin hıçkırıkları ağır gelirdi bize, ben kendimi susturmalıydım. Parmakları belimi iyice kavrarken içim titredi çünkü bunun neye çıktığını biliyordum. Kendini bana saklarken, beni de bırakmak istemiyordu, beni de kaybetmek istemiyordu... Bilmeliydi; ben onu ölsem bırakmazdım.

Ölüm yalnızca bedenleri ayırırdı.

Ben ona kalbimle, ruhumla sarılıyordum.

Mürekkebe Boyanan Sardunya | RaflardaWhere stories live. Discover now