7. Bölüm

5.6K 671 93
                                    

Merhaba güzellikler, yazarın bu kurgu için yapmış olduğu playlisti biografime koydum. Okurken dinleyebilirsiniz, gerçekten kaliteli ve beğeneceğinizi düşündüğüm hoş parçalar var. Göz atın.

Bu bölüm senin için güzel gözlüm ilaydassmaz 💛

İyi okumalar.


Jungkook'un yapmayı ve sürdürmeyi başardığı sakin bir rutin vardı.

Jimin her fırsatta kafeye uğruyordu. Çoğunlukla haftada üç veya dört kez, yüzündeki ürkek gülümseme ile aynı içeceği sipariş ediyordu. Aralarında küçük rahat bir konuşma geçerdi ama bu Jungkook için her zaman aynı şekilde kıymetliydi.

Jimin'in görünüşüne alışmaya başlamıştı, her zaman onu dikizliyordu. Samimi gülümsemesini, belli belirsiz kıkırdamasını, soru sorarken kaşını kaldırmasını ve bir şeyi açıklarken kısılan ses tonunu ezberlemişti. Jungkook kendini her kelimesini heyecanla beklerken buluyor, Jimin hakkında daha çok şey öğrenmek istiyordu.

Bu büyük düzende ne kadar küçük ve şeyler değersiz şeyler olsa da bu Jungkook'un değiştirmek istemediği bir rutindi.


Mina onun varlığına ihtiyaç duyduğunda Jungkpok iş yerinde mahsur bir şekilde paniğe kapıldı.

Jungkook paniklemişti. Korku damarlarında geziniyordu, adrenalin salgılamasını neden oluyor vücudu aşırı çalışmayla yükleniyordu. Gözleri bilgisayarın saatinde takılıydı, baktığı her dakika hızla geçmesine rağmen mesaisi bir türlü bitmiyordu. Özellikle öğleden sonra acele içinde olduğunda ve her baktığında kapıdan giren iki yeni müşteri olduğunda.

Seokjin şüpheli bir gülümseme ile izliyordu. "Namjoon alacak." diye söz verdi sesi tereddütle titrese de. "O alacak, tamam mı? Her şey yolunda."

Mantıklı düşünüldüğünde Jungkook bunun o kadar da büyük bir mesele olmadığını biliyordu. Mina'nın okulu Jungkook veya başka güvenilir bir akraba ya da arkadaşı onu almaya gelene kadar Mina'yı sokağa salmazdı. Onu okulun sınırlarında tutacak ve biri gelene kadar onu eğlendireceklerdi.

Yine de Jungkook Mina'nın hiçbir şekilde terk edilmiş gibi hissetmesini istemiyordu.

Taehyung bir müşterisiyle görüşüyordu ve Namjoon da telefonunu açmıyor, doğrudan sesli mesaja düşüyordu. Jungkook'un seçenekleri tükenmişti.

"O zaman onu kim alacak?" Jungkook gürledi, tezgahın diğer tarafında onu izleyen müşteriyi görmezden gelerek. Elini saçlarının arasında daldırıp dehşet ve sinirle çekiştirdi.

Seokjin ona doğru adım attı, bilgisayardaki sayfayı kapatıp cevap verirken adamın siparişini aldı. "Bir saat içinde çıkacağım."

"Mina on beş dakika sonra çıkacak."

"Okula geç kalabileceğini söylemiş miydin?"

"Henüz değil. Buna mecbur kalmadan Joon hyunga ulaşmayı umuyordum."

Başka bir dakika daha geçti. Şimdi on dört dakika kalmıştı. Gerçekçi olmak gerekirse Namjoon'a ulaşıp okula gitmesini sağlamanın on dört dakikadan daha fazla süreceğini biliyordu. Başka bir çözüm bulmak zorundaydı, her zamanki rutininde tamamen hoşnutsuz ve alt üst olmuş bir şekilde umutsuz hissediyordu.

"Güvendiğin başka birileri var mı?" diye sordu Seokjin kahveyi hazırlamaya geri dönerken.

Jungkook aklındaki seçenekleri sıraladı ama oldukça kısa bir listeydi, göğsünde başka bir hayal kırıklığı çiçeklenerek patlamıştı. Dört aylık bir bebekle Seoul'e taşındığından beri kimlerle ilişki kurduğuna çok dikkat etmişti. Hana'yı kaybetmek acı verici bir olaydı, derinlere sinen ve gelecek hayallerini yok eden bir acı.

Moves Like Magic  • JikookWaar verhalen tot leven komen. Ontdek het nu