8.Bölüm:''Ruh Kırıntıları.''

Start from the beginning
                                    

Bundan sonrası dayanılmazdı. Yanan cesedi görememişlerdi fakat adli tıptan doğrulayıcı bir belge gelmişti. 14 Kasım'da toprakla bütün olmuştu güzel Melisa. Gökyüzü bunu kabullenememiş, hüngür hüngür ağlamıştı. Toprağı daha defnedilmeden ıslanmıştı.

Bedenden ayrılan ruhun sessiz çığlıkları dört bir yana savruldu. Savruldu ve sevenlerini yaktı, kül etti. Bedenen diri olsalar da ölü ruhları belli bir zaman sonra ağır geldi taşıyamadılar, ezildiler. Taşkıran ailesi, Melisa'nın ölümünden sonra dört bir yana savruldu. Savaş dağıldı, ortadan kayboldu.

İnanamadı bu olanlara sessiz sedasız olayın peşine düştü. Melisa'nın, Kemal denilen adamdan kaçarken kaza yaptığı arabayı incelemeye aldırdı. Mobese kayıtlarını birçok kez izledi. Hiçbir şey bulamadı. Elinde sadece arabadan çıkacak sonuç vardı. İçini karamsarlık sarmıştı. Artık ölmedi, yaşıyor diyemiyordu ama kabullenmek istemiyordu.

Nasıl kabullenebilirdi ki?

Birkaç gün sonra yanan arabadan da bir sonuç çıkmadı. Savaş öfkesinden, üzüntüsünden hiçbir yere sığamıyordu. Kardeşinin yaşayıp yaşamadığından emin değildi. Kuşku gün geçtikçe içini kurt gibi kemiriyordu ta ki Atakan'ın elinde bir poşetle geldiği güne kadar. Elleri titreyerek vermişti poşeti Savaş'a ''Kazanın olduğu yerde bulundu.'' demiş çıkmıştı evden. Yanında olmak ve destek çıkmak istiyordu fakat Savaş'ın buna izin vermeyeceğini bildiği için sessiz sedasız geldiği gibi çıkmıştı evden.

Nefessiz açmıştı poşeti. Avcuna düşen bilekliğe bakakalmıştı.

Melisa'ya doğum gününde özel olarak yaptırdığı ve Melisa'nın hiçbir zaman çıkarmadığı bileklik...

Onca sene akıtmadığı gözyaşları bugünü beklemiş gibi dökülüvermişti art arda gözlerinden. Bu çaresizliğin çaresi yoktu. Kaç saat elindeki o bilekliğe bakarak yıkıldığı yerde ağladığını, ne ara yumruğunu cam sehpaya geçirdiğini hatırlamıyordu. Elinden akan kan aktığı yerde gölcük oluşturmuştu.

Bu cam kırıkları çıkacak, eli iyileşecekti. Peki ya can kırıklığı ne olacaktı, nasıl geçecekti?

Sigara izmaritleri kana bulanırken telefonu çaldı. Açmadı. Birkaç defa daha çaldı hiçbirini cevaplamadı, arayana dahi bakmadı. Aradan çok zaman geçmeden kapı yumruklanmaya başladı. Atakan açması için bağırıyordu. En sonunda kapıyı kırarak girdiğinde bıraktığı yere yıkılmış adamın yanına koştu. Savaş'ın gözleri kısılmış, görüşü bulanıklaşmıştı. Kan kaybından neredeyse kendinden geçmek üzereydi. Atakan hızla onu yerden kaldırmış ve elini sarmıştı.

Aradan geçen birkaç saat sonunda Savaş kendine gelmeye başlamıştı. Görüşü hâlâ bulanıktı fakat bedenen daha iyiydi. Atakan oturduğu yerden kalkıp gitmeleri gerektiğini söyledi. Savaş itiraz etmedi. Konuşacak hâli yoktu. Hangi cehenneme gideceklerse orada yanmak istedi. İstemeseydi keşke. Kül olan yüreği, karahindiba tohumları gibi savrulmuştu dört bir tarafa.

Nereye mi gelmişlerdi?

Mezarlığa... Melisa'yı defnettikleri mezarlığa.

Savaş'ın sinirden elleri titremeye başlamıştı. Onun burada yattığını henüz kabullenememişken şimdi yüzleşemezdi. Atakan araçtan inerken bütün ciddiyetiyle onu izledi. Patlamamak için kendini zor tutuyordu. Atakan yağan yağmurdan korunmak için kapüşonunu kafasına geçirirken Savaş'a gel işareti yaptı. Daha sabah yıkıktı bu adam, nasıl oluyor da şu an gözleri parlıyordu böyle.

Deli olacaktı Savaş, az kalmıştı. Arabadan bir hışımla indi.

''Bu soktuğumun yerinde ne işimiz var bizim? Ne işimiz var Atakan?'' Sona doğru geceyi inletircesine bağırmıştı. Atakan bagajı açıp iki kürek çıkarmıştı. Savaş sinirle ona bakmaya devam ederken onun ne yapmaya çalıştığını anlamıyordu. Beyni uyuşmuş gibiydi.

SÜVEYDAWhere stories live. Discover now