•B.1.|Hissikablelvuku

2.5K 679 5.9K
                                    

27/12\20

Ölü Mektuplar •B.1|Hissikablelvuku

HiraiZerdüş-Papatya

Ey ruhuma kır alem-i papatya,
Beni böyle koyup gitme olur mu?

"Ölüm bile varlığınla şerefleniyor."

Ah, neredeydi gençliği? Sahilde savrulan başıboş dalgalarının, yeri göğü çınlatan tumturaklı gazelleri? Mahallenin o en güzel kızını görmek için evin damına tırmanma uğraşları, kızın babası görüp onu aşağı mahalleye kadar kovalayınca bitmişti. Bakkal Rasim amcanın camlarını da kırmıyordu artık. Semiha teyzenin kıymetli bahçesindeki ağaç dalları da hiç kopmamıştı şu son yıllarda. Hiç. Hiçbiri yoktu artık. Gençliğinin solduğunu hissediyordu. On sekiz yaşında çıktığı ağaç dallarının en tepesinden aşağı atlamıştı sanki. Sonra üzerine bulutlardan, birkaç yıldır köküne kadar hissettiği yalnızlık yağdı. Gençliği, yalnızlık yağmurunda eridi, gülüşlerini meyveleyen ağacın altındaki toprağa karışıp yok oldu. Şimdi? Elde var, hüzün.

O yıllardan Bora'ya yalnızca iki şey kaldı.

Türk sanat müziği ve yanında rakı.

Lapsus Meyhane'nin en ücra köşesindeki masaya oturmuştu yine. Önündeki masada sayısız meze tabağı özenle seriliydi. Elinde tek duble sek, burnunda leziz bir anason kokusu, kulağında doyumsuz bir Zeki Müren şarkısı vardı.

Gözlerini kapatıp parmaklarının arasındaki rakı kadehini kaldırdı. Bir yudum aslan sütü, dudaklarının arasından süzülüp midesine doğru yol aldı. Hafif çakırkeyif olmuştu. Zihninde uçuşan düşüncelerin birbirine çarpa çarpa yarattığı hasardan kalan izlerin nedenlerini, ertesi gün pek de hatırlamayacak olması güzeldi. Huzurluydu en çok da. Çünkü elindeki kadehte ruhunun tüm çingene dekoru saklıydı. İçtikçe yürekteki yerini sağlamlaştıran demi, umut sıcaklığı konduruyordu gençlik günlerine.

Yanında bir hareketlilik hissetti. Usulca yumduğu gözlerini araladı. Başını yana çevirdiğinde genç bir hanımın, oturduğu sandalyenin hemen yanındaki sandalyeye oturduğunu gördü. Biraz evvel Bora'nın yaptığı gibi gözlerini kapatmış, parmaklarının arasına hapsettiği rakı kadehini dudaklarına götürüyordu. Sahi, kadehi tutan parmakları nasıl bu kadar zarif olabiliyordu ve nasıl böylesine asil kavrayabiliyordu? Genç adama cennet sıcaklığını anımsatan kızıl saçları omzularından aşağı dökülüyor, bembeyaz tenine çok hoş bir örtü oluyordu. Kapattığı gözlerinin altında hangi rengin uyuduğunu nedensizce çok merak ediyordu.

Rakı içen kadın...

Saçı akdeniz, elleri ege kokan kadın...

İlk kez gördüğü bir kadın hakkında aklından geçirdiklerinden utandı, Bora. Yalnızca fazlasıyla güzel olduğunu düşünse bile, kadının anlayıp rahatsız olabileceği düşüncesi utancına yetiyordu. Belki de yanlışlıkla oturmuştu masasına ve onu uyarması gerekirdi. Elindeki kadehten bir yudum daha aldıktan sonra kadına döndü. Söyleyeceği şeyleri özenle seçmeye çalışıyordu. Yanlış bir şey söyleyip kadını incitmek veyahut rahatsız etmek isteyeceği son şey bile olamazdı.

"Hanımefendi, yanlış masaya oturdunuz galiba."

Gözleri kahveydi.

Ölü MektuplarWhere stories live. Discover now