🗝Garsonun Hesabı

113 10 1
                                    

"Bi' çay daha alabilir miyim? "

İş görüşmesinden çıktığımda hava iyice soğumuştu. Annemin ısrarına rağmen takım elbisenin üzerine paltomu giymimiştim. 70'lerdeki solcuların pakalarına benziyordu zaten, kurumsal bir şirkete onunla gidemezdim. Üşümeyi göze almıştım yani. Görüşmeden sonra durağa varamayan donacağımı anlayınca rastladığım ilk kafeye kendimi zor attım o yüzden.
Garson çayı getirdiğinde bardağa sarıldım can havliyle.

İkinciyi isterken normal bir şekilde söylemek yerine "daha" kelimesini eklemem, minnetimi ifade ediyordu ona. Hâlen anlar gibi çayımı çabucak getirerek saygımı kazanmıştı.

Görüşme boyunca soru cevaplamaktan gerilmiştim. İnsan kaynakları uzmanı, girmek istediğim şirkette çoktan bir yer kapmış olmanın üstünlüğüyle konuşmuştu benimle. Yetişkinliğimi ölçmek için bazı soruları farklı cümlelerle tekrar tekrar sordu çakal. Bayağı sorguda hissettim kendimi. O yüzden garson da olsa, ağzımdan çıkan sözcüğü dı siklemeyen biriyle muhatap olmak hoşuma gitmişti. Dümdüz "Bi' çay alabilir miyim, "deseydim önceki diyoloğumuzu unutmuş sayılırdım. İlk çayı içmemiş gibi yapamazdım, vefasızlık olurdu. Sayesinde ısınmıştım birkaç dakikada.

Hava kararmaya başlamıştı. Rüzgâr kafenin camında uğulduyor, yağmur damlaları pıt pıt vuruyordu. Etrafa göz gezdirdim. Yanımdaki masada ortaya yaşta iki adam sakince sohbet ediyordu. Karşı duvarda masaları birleştirmiş ara sıra sesleri fazlaca yükselen gençler vardı. Köşedeki masada yalnız oturan kıza baktığımda göz göze geldik. Can sıkıntısından kurcaladığı belli olan dergiye döndü hemen. Herkes, bu kış kıyamette kapalı ve sıcak bir yerde olmanın güveni içindeydi. Çayımı geldi bu sırada.

İlkinde dokunmadığım halde çay yine şekerli geldi. Oysa nazikçe " Bi' çay daha, "istemiştim garsondan. Şekersiz içtiğimi fark etmeli ve ona göre davranmalıydı. Dostluğumuzu ilerletmek yerine bir yabancı gibi davranmıştı bana. Türkçe konuşmuştum hâlbuki. İş görüşmesinde uzman bana " İngilizce devam edelim sohbetimize, "dediğinde yaptığım gibi. İngilizcem kötü değildi, konuşsam konuşurdum. Fakat ana dilimle anlaşabildiğim biriyle sebep ne olursa olsun yabancı dile geçmek saçma gelmişti o an. Elemanın, "Burada soruları ben sorarım, " havasından, tuvaletin yerini soracak medeni cesareti toplayamadım. Garsonun tavrı bende aynı değersizlik hissini uyandırdı. Bunu ona ödeyecektim. Bir çayla saatlerce oturan sefil bir tip muamelesi yapmıştık bana. Artistçe parmak şıklatarak yanıma çağırdım.

"Lavabo ne tarafta?"

Merdiveni gösterip alt katta olduğunu söyledi. Yerimi kimse kapmasın diye ceketimi sandalyeye astım. Döndüğümde masama oturmuş biriyle karşılaşmak utanç verici olurdu. Kendime yeni bir yer bulmakla kafayı terk etmek arasında kalır, her olasılıkla kendimi kötü hissederdim. Köşedeki kızın herhangi bakışı bile yerin dibine geçmeme yeterdi. Bu saatten sonra garsona da güvenemezdim. İşimi garantiye aldım, zaten çayımı da duruyordu. Ceketin sahibi onu içecekti.

Ağır ağır adımladım basamakları. Dönerek iniyorum merdiven. Alt katta da üsttekinin aynısı bir salon vardı. Sağa sola bakındım ama tuvalet kapısına benzer birşey göremedim. Bu katın garsonunu bulmak için arandığımda gözlerim müşterilere takıldı:
Köşe masada yalnız oturan kız! Nasıl? Gürültülü grup! Hayda! İki amca! Hepsi burda aynen duruyordu! Mutfak tarafından vefasız garson çıkıp dik dik baktı bana. Her şey yolunda gibiydi diğerlerine bakılırsa. Bıraktığım gibi duruyorlardı. Geri dönmek istedim. Yukarı çıkan bir merdiven yoktu. Benim olması gereken masa boştu. Amcaların yanında cekket asılı bir sandalye, önünde de bir bardak çay vardı. Kamera şakası felan mı yapılıyordu bana?

Açık alınlı olan beni fark edince "Gel Ersin," dedi, " Çayın soğuyor. " Ersin? Dizlerim titreyerek gittim, oturdum. "Bak Cemal Amca'nın aklına ne geldi, " Diye devam etti. Sırayla yüzlerine baktım, birilerini andırıyorlardı ama çıkarmam mümkün değildi. Çünkü adımın Ersin  olup olmadığını düşünüyordum. Cemal Amca'nın Bilmemne Kurumu'nda tanıdıkları varmış, bana orada iş ayarlayabilirmiş dediğine göre. Şayet Ersin'sem kulağa cazip gelebilirdi teklif. "Babanı kırma, git bir görüş, " Dedi Cemal Amca. Babam olmakla itham edilen adama dönüp yüzünü inceledim bir müddet. Baktıkça hatırlayacak gibi olunca "Midemi üşütmüşüm galiba," deyip tekrar lavaboya gitmek için izin istedim.

Merdivenin ortasında durdum, çöktüm yere. Gerçekliği teyit etmek için elim ayıyana kadar yumrukladım duvarı. Genç gruptan geldiği belli olan kahkahalar doldu kulağıma. Bana gülüyorlardı kesin. Merdiven dolambaçlı olduğundan bulunduğum yerden ne alt ne üst katın salonu görünüyordu. Yukarı dönemezdim zaten, babamla kafede oturmak bana göre değildi. Aşşağı devam ettim.

Girer girmez köşedeki kızın bakışlarını yüzümde hissettim. Cekketim onun karşısındaki sandalyedeydi bu kez. "Cem nerede kaldın hayatım, " Dedi şımarık bir sesle. Güzel kızdı doğrusu, yakışıyordu nazlanmak. "Sen yokken neler buldum bak, " dedi. Elindeki bir mobilya katoloğuymuş meğer. Parmağındaki tek taşı fark edince Cem olmak ağırlaştı birden. Seçtiği beyaz koltuk takımı fena olmasa da pembe yatak odası midemi bulandırdı. "Niye bi'şey demiyorsun aşkım! " Kızınca çirkinleşti. Ağzımın açsam sonsuza kadar Cem olarak kalacağım korkusu sardı bünyemi. Burnumu tutup tekrar lavaboya gitmem gerektiğini söyledim.
"Hasta oluyorum galiba"

Merdivende durmanın anlamı yoktu artık. Dibine kadar inecektim, ne olacaksa olsundu. Ceketim bu kez kalabakıl masanın ortasındaki boş bir sandalyedeydi. "Nerede kaldın oğlum Serkan, " dedi at hırsızına benzeyen biri, "Tuvalete mi düştün?" "Onun gibi bir şey", demeyi çok isterdim ama " Sıra vardı, " demekle yetindim. Olay çıkarmak istemiyordum. Üniversite arkadaşı olmalıydık hem; mezuniyetten, okuduğumuz şehirden, iş görüşmelerinden falan bahsediliyordu. Ben Serkan olmayı düşünüyordum ki at hırsızı yine bana dönüp "senin babanın çevresi geniştir lan, ayarlasana bize bi'şeyler, " dedi. "Bakarız," falan deyip geçiştirdim, amcaların masasını göz ucuyla sürdüm. Muhabbetleri tükenmiş, biraz daha yaşlanmış gibi oturuyorlardı. Onların haline üzüldüm, "Hemen geliyorum" deyip kalktım. Arkamdan söylenenleri anlamadım. Üniversite arkadaşlarıyla kafede oturmak falan, bunları geride bırakmıştım.

Eğlenmeye başlıyordum doğrusu. Gizemli bir oyuna dönüşmüştü olanlar, açık vermedikçe süreceğini düşünüyordum. Islık çala çala bir kat daha indim aşşağıya. İçeri girer girmez köşedeki kız el işaretiyle çağırdı beni. Göğsüme baktı ben ona yaklaşırken. Ben de baktım, yaka kartım vardı. "Murat" yazıyordu üstünde. Boş fincan ve tabağı gösterip almamı rica etti. Bir de çay istedi. "Lavabo ne tarafta acaba?" diye sordu sonra. Merdiven boşluğunu gösterip alt katta olduğunu söyledim.

Rüzgâr doldu içeri o sırada. Kapıya döndüm; dışarı çıkan adamın ceketli sırtını gördüm bir an. Karanlığın içinde kayboldu. Kasiyer yerinden kalkıp kapıya doğru atıldı. "Beyefendi! Hesabı ödem ediniz! " Bana döndü şaşkın yüzüyle: "Herif kaçtı gitti ya! " Umursamadım onu. Zaten tuhaf bir adamdı. Çayına da dokunmamış. Ben içerim artık, soğumamıştır daha......

🥀KORKU SEANSI🥀Where stories live. Discover now