XVI - ❝Uçuruma Koşmak❞

Start from the beginning
                                    

Zamir inleyerek birkaç adım geri gittiğinde hatırlamıştım. Defalarca göğsüne vurduğumda bu tepkiyi verirdi. Bu sefer ise ne olduğunu öğrenecektim. Zamir, derin nefes alırken tişörtünün ucundan tutup yukarı doğru kaldırdım. Bileklerimden tutup bana engel oldu. "Ne yapıyorsun sen?"

Ateş topuna dönen ela gözlerimi kapkara gözlerine dokundurdum. "Göreceğim!"

Bileklerimi bıraktığı an demin tuttuğu yerlerin buz kestiğine yemin edebilirdim. Yutkunarak tişörtünü kavradım ve yukarı doğru kaldırdım. Zamir kollarını kaldırarak bana yardımcı olurken kalbim göğüs kafesimin içerisinde titriyordu âdeta. Gözlerimi kırpmadan tişörtünü sıyırdım, çıplak göğsü karşımdaydı. Göğsü yara izleriyle doluydu. Dudaklarım şaşkınlıkla aralandı. "Bunlar... Nasıl oldu?"

Cevap vermeden doğruca gözlerimin içine baktığında ifadesinde çok şey gizlediğinin farkındaydım. Elimi uzatıp dokunmak istediğimde geri çekildi. "İyileştirmeyi beceremeyeceğin yaralara dokunup daha da acıtma beni."

Dolan gözlerle, "Sen sanki benim canımı acıtmıyor musun?" diye sordum.

Zamir'in boğazı düğümlendi. Siyah gözlerine yaşlar dolarken, "Yemin ederim, hiçbir zaman seni incitecek bir şey yapmak istemedim ben," dedi. "En başından beri tek maksadım seni korumak oldu."

İlk yaş benim gözlerimden aktı. "Ben sana nasıl inanayım? Bu kadar şeyden sonra hâlâ bana hiçbir şey anlatamıyorken ben sana nasıl inanayım, Zamir?"

Başını iki yana salladı. "İnanmak için sebep gerekmez. İnsan inanmak isterse gözü kapalı inanır. Sebeplere, nedenlere ihtiyaç duymaz."

"Nasıl oldu bunlar?"

"Görevde."

"Asker misin?" diye sordum. Babasının şehit düşen bir tuğgeneral olduğunu hatırlayarak bunu sormuştum. Aklıma ilk bu ihtimal gelmişti.

"Sen bana inanmayan birisin. Ben bu koşullar altında sorularına cevap veremem, Mihrinaz," dedi sakin sesle. "Lütfen."

Hiçbir şey demeden başımı eğdim ve çıplak göğsündeki yaralara baktım. Ayaklarım beni istemsizce ona doğru yakınlaştırdı, bu defa geri çekilmedi. Boğazıma oturan taşa rağmen kendimi yeniden ağlamamak için sıkmaya devam ettim. "Dokunmak istiyorum."

Beni inkâr etti. "Acıtmak istiyorsun."

"Bazı yaraların iyileşmesi için önce acıması gerekmez mi?"

Bu kez beni onaylamıştı. "Dokun. Acıtarak iyileştir o zaman."

Parmağımın ucuyla yanık izlerine dokunduğumda Zamir'in yüzündeki ifade değişmedi. Fakat gözleri... Gözlerinde sanki canlandırdığı anıların içine girmiş gibiydi. Anımsadığı hangi kötü hatıranın iziydi bunlar? Bilmiyordum. Peki, neden sebebini bilmediğim yaraları iyileştirmek istiyordum?

İçimde dayanılmaz bir ağırlık duydum, bu yükü sadece ona daha yakın olarak atacağımı biliyordum. Bu yüzden belki de yapmamam gereken bir şeyi yaptım. Zamir'in göğsüne dikkat ederek ona sarıldım. Parmak uçlarımda yükselmiş, çenemi çıplak omzunun üzerine yaslamıştım. Ellerim kuvvetli kollarından içeri girip sırtında buluştuğunda hâlâ hareketsizdi.

Tanrım... Burası neresiydi tam olarak? Omzu neden odamdaki yastık gibi hissettiriyordu? Kolları neden evimin duvarları gibi güven veriyordu bana? Bakışları neden her akşam yorgun geldiğimde önüme konulan yemek kadar sıcaktı? Her bir yanı neden evim gibiydi?

"Böyle hissettirmen doğru değil."

Bana sarıldı. "Doğru değil," dedi. Kollarının arasındaki bedenimi mümkünmüş gibi daha sıkı sardı. "Ama sence de çok güzel bir hata değil mi?" Hataydı. Saatler önce aileme karşı olan bir adamdı ama şimdi ben, onun kollarının arasında evimi bulmuş gibiydim. Güvenilmeyecek olan o değildi belki de: Kendimdim.

HALEFWhere stories live. Discover now