harry styles - falling
Dolabın kapağını açıp kavanozdaki papatyaları görünce rahatladı. Evde çay olup olmadığını bile bilmiyordu. Ağzından çıkıvermişti. "Sadece papatya var," dedi. Sandalyenin sesini duymamıştı ancak Jaebeom'un orada olduğunu biliyordu. "En son Jinyoung gelmişti." Kutuları karıştırıp ısıtıcıyı ve bardakları buldu. "Şeker yok." Jaebeom ses etmeyince devam etmedi. Konuşası da yoktu. Aslında papatya çayından nefret ediyordu. Tatsızdı, rengi çirkindi ve yanlışlıkla fazla demlerse iyice içilmez oluyordu. Papatyayı Yien severdi. Jackson'ın sızlanmadan içebildiği tek papatya çayını da o yapardı zaten. İstemeden güldü. Neye baksa bir şeyleri hatırlayıp kederleniyordu. Çay kaşıklarını görünce de Jaebeom'un annesini hatırlardı muhtemelen, kadın erinmemiş, ta memleketinden onlara çay kaşığı getirmişti.
"Şimdi nerede kalıyor? Jinyoung?" Jackson irkilip suyu tezgaha döktü.
"Başlarda hastanede kalıyordu ancak hemşireler gerek olmadığını söyleyip onu kovunca, geçen Eylül gibiydi sanırım, hastanenin yanından bir studio daire tuttu."
"Siz, konuşuyor musunuz?"
"Birkaç haftada bir, evet. Aylardır görmedim ama. Yalnız ben değil, Yugyeom hariç kimseyi görmeye dayanmıyor." Çay yeterince koyulaşmış mıydı? Hiç içesi yoktu ama bardakları elini yakarak masaya taşıdı. "Sen?" Öksürdü. "Hastaneye gittin mi?"
Jaebeom masanın kenarında dikiliyordu. Oturmak şöyle dursun sandalye zehirliymiş gibi bir bakış attı. "Hangi hastane olduğunu bilmiyorum. Sorsam da kimsenin söylemeyeceğini düşündüm. Kunpimook da Jinyoung da benden nefret ediyor," gözlerini kaçırdı, "seni aramaya da utandım. Eski sevgilisini arayıp rahatsız eden tiplerden olmak istemedim. Yani öyleydim ama sen bilmiyorsun." Tatlı tatlı güldü. "Seni çok aradım. Telefon numaranı değiştirmiştim, sadece bir hanesini. Sarhoşken fark etmeden arayacağımı biliyordum." Yaslandığı duvarda aşağı kaydı. "Öyle işte. Hoş adresi bilsem de gitmezdim. Yüzüm ya da hakkım yok." Jackson'ın uzattığı bardağı kavradı iki eliyle.
"Neler yaptın? Nerelerdeydin?" Samimi bir meraktı bu. Jackson o gittiğinde üzülmemişti, üzülmek için fazla sinirli ve pişmandı ancak bunların yanı sıra olması gerekenin Jaebeom'un gitmesi olduğunu biliyordu. Jaebeom gitmeli ve kendisini affedecek bir yol bulmalıydı. Hasara sebep olan Jackson'dı, kalıp düzeltmesi gereken de. Başarılı olamadığı su götürmez bir gerçekti.
"Bir süre Kore'de dolaştım. Kıyı şehirlerde. Denize gittim. Belki tsunami falan olur da ölürüm diye. Kendim yapmayacağıma söz vermiştim ama sürekli aklımdaydı. Şu araba bana çarpsa ya da yediğim yemekten zehirlensem diye umdum. İsteyince olmuyormuş." Kocaman bir yudum çekti çayından. "Mokpo'dayken Youngjae'yle karşılaştım." Jackson isimce tanıyordu Youngjae'yi ama hiç görmemişti. "İki günlüğünde dönmüş Mokpo'ya. Bana kalsa görmezden gelip gidecektim ama o peşimi bırakmadı. Bir süre boyu onu görmek rahatsız ediciydi, Youngjae'nin bir suçu yok biliyorum ama o günü hatırlayıp durdum."
Tekrar hatırladığını görebiliyordu Jackson. Biliyordu. Ne olduğunu, Jaebeom'un tüm nefreti nasıl topladığını defalarca dinlemişti. O günün Jaebeom'un yakasına yapıştığına ve bırakmadığına şahit olmuştu.
"Seoul'e döneceği günü erteledi. Bir hafta sonra birlikte döndük. Ama buraya sığamıyordum. Ayaklarım eve yöneliyordu. Defalarca sokaktan, kapıdan döndüm. Sonra bir gece uyandım, nefes alamıyordum. Ne yaptıysam olmadı. Ben de kalktım, bir iki parça kıyafetimi topladım, havalimanına gittim. En erken uçuşa, dedim görevliye, nereye olduğu umurumda değil. İster dünyanın öbür ucu ister yanımızdaki ülke. Kore olmasın yeter." Bardağı kavrayan parmak uçları bembeyaz kesilmişti. "Uçağa biner binmez uyku hapı içtim. On iki saat sonra, Prag'da uyandım. Mükemmel bir şehirdi. Beş ay kadar barmenlik yaptım. Ağzıma bir damla daha sürmemem için yeterince pislik gördüm. Barın arkasındaki depoda yatıp kalkıyordum." Susup çayını içti.
YOU ARE READING
you used to call me by my name + got7
FanfictionEskiden adım dudaklarınızda acı bir tat bırakmaz, kelebeğin kanatları fırtınayı getirmez, kar topları çığlara gebe kalmazdı. hyung line of got7
