11.Bölüm : Mezarlık.

Start from the beginning
                                    

7)  Ormanın derinliklerinden gelen bu yabancı adam yere yığılmış bu genç kızı kollarının arasında tutup kaldırırken her şeyi bir bir izliyordu küçük geyik. Bu iki yabancı birlikte ormanın derinliklerine doğru ilerlerlerken yarı baygın bir halde sayıklayan genç kız gözlerini açmış ve sadece birkaç saniyeliğine küçük geyikle göz göze gelmişti. Geyik o an inanılmaz bir ürperti hissetmişti her bir hücresinde. Gördüğü gözler sanki kendi gözleriydi... Ürkek ve şaşkın gözlerle bakmıştı karşısındaki güçsüz bakışlara sanki bir gölden su içerken izlediği yansımasını izler gibi.

"Sen kimsin?" diye düşünmüştü içinden, "Ben misin?"

Her şey biraz biraz oydu aslında, yerdeki kar birikintileri, ağaç dalları, gökyüzündeki yıldızlar, kulağındaki rüzgar sesi. Fakat az önce gördüğü bir çift gözün hissettirdiğini hissettirememişti hiçbir şey ona. Kendisini bu iki yabancının peşinde bulmuştu küçük geyik. Onları izlemiş, takip etmiş ve tahtadan bir eve girdiklerinde ise derin bir nefes almıştı. Nihayet ailesinin yanına dönme vakti gelmişti fakat nasıl döneceğini bilmiyordu. Ormanın içinde saatlerce dolaşıp durmuş ve en sonunda kaybolduğunu anlamıştı. Kafasında ise tek bir soru vardı,

"Ben hiç bulunmadım ki... Nasıl kaybolurum?"

8) Küçük geyik ormanda tek başına geçirdiği saatlerin sonunda kaybolduğunu tamamen kabullenmiş ve pes etmişti. Artık o kadar yorulmuştu ki bir ağacın kenarına kıvrılmış ve uyumaya karar vermişti. Annesi ve kardeşlerinin onu bulmasını umarak daldığı uykusunda o kadar üşümüştü ki neredeyse donmak üzereyken uyanmıştı. Ve anlamıştı ki bu zamana kadar onu ısıtan yanındaki ailesiydi... O kadar üşüyordu ki yerinden kıpırdayamıyordu bile. Gözleri uzakta yakılan bir kamp ateşine takılıvermişti. Kendisini o ateşin yanına gittiğini hayal ederek ısıtmaya çalışıyordu. Hatta o kadar üşüyordu ki o an ateşin içine girmek istiyordu. Annesinin ona anlattığı cennet ve cehennem hikayelerini hatırladı bir anlığına ve anladı ki bir kalp çok üşüyünce yanmayı bile düşleyebiliyordu...

9) Küçük geyik geceyi tek başına geçirdi. Gözleri gökyüzündeki yıldızlardaydı. Onlara bakıp ailesinin bir yansımasını görmeyi hayal ediyordu sanki, oysa yıldızlar ona yardım etmiyordu o gece. Tek isteği bir yıldızın kayışına şahit olmak ve ailesini bulmayı dilemekti. Annesi anlatmıştı bunu ona.

"Bir yıldızın kayışına şahit olanın kabul olmayacak dileği yoktur." demişti.

Uzun uzun bekledi geyik, hiç gözünü kırpmadı ve sonra kayıverdi bir yıldız gözlerinin önünde. Dileğini diledi, sabah oldu ve kavuştu ailesiyle. Çünkü masallarda her şey mümkündü, çünkü masallar imkansızlığın var olmadığı tek yerdi.

10)   Küçük geyik ve kardeşleri bir akşam uyumaya hazırlanırlarken küçük geyiğin gözleri annesinin gözlerine takılı kalmıştı. Annesi ormanın içinde yanan ufak bir kamp ateşini izliyordu yine. Bu onun annesini bir ateşi izlerken kim bilir kaçıncı görüşüydü... Annesinin ateşle bir savaşı vardı sanki.

"Anne..." dedi sessizce küçük geyik, "Hani sana bir gün babam nasıl öldü demiştim. Hatırlıyor musun?"

"Evet..." dedi annesi, "Hatırlıyorum."

"Sen de çok üşüdü ve öyle öldü demiştin. Babam çok üşüdüğü için mi öldü yoksa ısınmak istediği için mi öldü anne?" Küçük geyiğin sesi titriyordu. Annesi dolmuş gözlerini yavrusunun gözlerine çevirdi.

"Ne demek istiyorsun yavrum?"

"Babam ateşin içine girdi, değil mi?" diye sordu titreyen sesiyle. Annesi uzun uzun ateşi izledi. Sessizce başını salladı.

Kar Küresi (İki Kitap)Where stories live. Discover now