🔸26.BÖLÜM: NEKHBETH

20.6K 1.8K 237
                                    

Şu an içinde bulunduğum durum...

Acı verici.

Neler oluyor?

Neden tanımadığım bir adam bana saldırıyor?

Hiçbir şey anlamıyordum ve ne kadar düşünürsem düşüneyim anlayamayacağım da belliydi. O yüzden bir canlının en doğal içgüdüsüyle hareket etmeye başladım; Ne olursa olsun hayatta kalmalıydım... Çünkü lanet olsun, bu herifin dost canlısı olmadığı her halinden belli oluyordu.

Darbenin şaşkınlığını üzerimden attıktan sonra kurtulma arzusuyla adamın elini ağzımdan çekmeye, tırnaklarımla kollarını yırtmaya başladım ama beni zapt eden bu şerefsiz her kimse artık, yerinden kıpırdamıyordu bile. Mısırlılara da benzemiyordu. Buradaki insanlar ya esmer ya da kumraldı. Oysa bu adamın tek bir örgü şeklinde örülmüş uzun, bakır rengi saçları ve aynı renk gözleri vardı. Normal bir insan olamayacak kadar vahşi ve kontrolsüz görünüyordu. Canımı da yakıyordu. Uzun, ateş kadar sıcak parmaklarıyla hem burnumu hem de ağzımı kapattığı için nefes almama olanak vermiyordu. Biraz olsun nefes alma ihtiyacıyla ciğerlerim haykırırken başımı güçlükle iki yana sallayabildim - parmaklarının arasında bir boşluk bulursam belki nefes alabilirdim. Adam tek eliyle yakamdan tutup bedenimi kaba bir şekilde kendine çektikten sonra sanki içi boş bir çuvalmışım gibi beni duvara geri çarptı.

Başım öne düştü ve bedenimdeki her bir hücreye saplanan ağrıyla birlikte yüz hatlarım buruştu.

Sanki buna neden olan o değilmiş gibi "Acıyor mu?" diye sordu. Daha önce hiç duymadığım bir erkek sesiydi bu. Tınısında garip bir aksan vardı, sanki herhangi bir insan dilini konuşmakta zorlanıyormuş gibi yoğundu. "Bu acı... Hiçbir şey. İnan bana kızım, bu yeri senin için cehenneme çevirebilirim. Gerçek bir cehenneme."

Savurduğu bu tehdit karşısında bir şeyler demek için ağzımı açtım ama bu çok anlamsız, çok ümitsiz bir çabaydı - bir şey diyecek hâldeydim sanki!

Saldırganım da bunu fark etti.

"Kendine gel!" Beni hafifçe ileri geri sarstı. "Şimdi bayılırsan daha fazla soruna neden olacaksın."

Boydan boya sızlayan omurgamı ve omuzlarımı görmezden gelmeye çalışarak dudaklarımı araladım. Beni sarstığı esnada elini ağzımdan kaydırıp omzumu tuttuğu için artık konuşabilirdim. Nefessizlikten alçak çıkan ama kızgın olduğu her halinden belli olan bir sesle söyledim. "Çok zekisin, böyle davranmayı kesersen kendime gelmemin daha kolay olacağını akıl edersin bence."

"Benim hatam, benim hatam. Unutmuşum. Bekçi gücüne sahip bile olsalar insanlar hâlâ çok zayıflar."

Dalga mı geçiyordu?

Ne uygunsuz bir hareketti.

Sonra devam etti. "Her şeye bir açıklık getirmek adına..."

Bana bakan gözler bir ateşin harlanıp alev alması gibi parlamaya başladı. Karanlığın içindeki son iki köze bakmak gibi bir şeydi. Daha da garibi, o gözlerdeki ateşi görebiliyordum. Herifin irislerinin içi yanıyordu! Gözlerimi o gözlerden ayıramıyorum. Sonra daha da garip bir şekilde teninden ince, kırmızı dumanlar süzülmeye başladı. Panikle ona baktım ama hiç de canı yanıyormuş gibi görünmüyordu. Aksine, benim canım yanıyordu. Omzuma dokunan ve beni yerimde sabit tutan parmaklarının tenimi kavurduğunu, sızlattığını hissedebiliyordum. Yabancının elinin altında homurdandım. Teninden yayılan dumanların bir kısmı burnuma dolunca ciğerlerim de en az tenim kadar yanmaya başladı.

Mumya Kalbi: Atmayan Kalpler Serisi (2) Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin