ON BİRİNCİ SEANS

Comenzar desde el principio
                                    

Küçüklüğümde beni yeni bir yatırım fikrini teklif olarak sunacağı yere birkaç kere beraberinde götürmüştü. Onun adına utanmıştım. Konuşurken insanların suratının dibine giriyor, insanlar uzaklaşmaya çalıştıklarında da daha yüksek sesle konuşuyordu. Bir toplantıdan sonraki ilk birkaç günü mutlu mutlu evde dolanarak, milyon kere telefon mesajlarını kontrol ederek geçiriyordu. O ve annem geç saatlere kadar içki içip şerefe kadeh kaldıryorlardı. Ama asla bir sonuç alınamıyordu.






Arada sırada, onun gerçekten de bir ezik olduğunu düşünmeme neden olan bazı şeyler yaptı. Mesela, on beş yaşımdayken, çok gitmek istediğim bir konser vardı ve bütün hafta sonunu kasabada şişe toplayarak geçirmiştim. Pazartesi günü, yani biletlerin alınması gereken gün, şişeleri verdim ama gerekli miktarı toparlayamadım. Kendimi odama kapatıp ağladım. En sonunda, odamdan çıktığımda, kapımın altında ön tarafında Kris'in el yazısıyla, içinde bir bilet bulunan bir zarf buldum. Ona teşekkür etmeye çalıştığımda, suratı kızardı ve "Sorun değil," dedi.





Yazarlık işinde ciddi paralar kazanmaya başlayınca onlara yardım etmek istedim. Yeni araba lastikleri, yeni bilgisayar, yeni buzdolabı, hatta faturalar ve yiyecek alışverişi için nakit para. İlk başlarda, onlara yardım etmek güzel bir histi ama sonra bunun parayı çöpe atmaktan farksız olduğunu anladım. Öyle bir çöptü ki, doğrudan bir sonraki salak iş projesine gidiyordu. Evimi satın aldıktan sonra, artık onlara o kadar yardım edememeye başladım. O yüzden, karşılarına oturup nasıl bir bütçe yapabileceklerini anlattım. Annem yabancı bir dilde konuşuyormuşum gibi suratıma baktı. Bir şekilde idare ediyor olmalıydılar, çünkü yaşam tarzları değişmemişti. Annem telefonda keyifsiz olduğumu fark edip düşüncelerimi böldü. "Hiçbir şey demedin."
"Kusura bakma, umarım onun için iyi olur."
"Bu işle ilgili iyi şeyler hissediyorum Bir önceki sefer de böyle demiştin." Biraz sustu, sonra "Bu olumsuz tavrın hiç hoşuma gitmiyor, Sehun," dedi.
"Sen kayıpken, Kris'in, her ikimizin de senin için yaptıklarını düşününce, en azından biraz daha ilgi gösterebilirsin."





" Özür dilerim. Şu anda çok keyifli değilim."
"Bütün gün eve tıkamak yerine, arada sırada evden çkmayı denesen seninle konuşmak da daha keyifli olabilir."
"Bunu yapabileceğimi sanmam. Ne zaman evden çıkmaya çalışsam, salak bir gazeteci üstüme atlıyor. Saçma sapan tekliflerde bulunan Hollywood menajerlerinden hiç söz etmiyorum."






"O insanlar da ekmek parası kazanmaya çalışıyor , Sehun. O çok nefret ettiğin röportajlar için sana para ödeyen gazeteciler olmasaydı nasıl geçinecektin?" Beni beş para etmez hissettirme işini en iyi annem becerirdi. Özellikle de haklı olduğunda: Tüm birikimlerim tükendinden, artık beni akbabalar geçindiriyordu. Ama hâlâ ne bu sürece, ne de kendimi gazetelerde ve ekranda görmeye alışmıştım.






Annem her röportaj haberini biriktiriyor, her programı kaydediyordu. En sonunda, benim için bir anı defteri hazırlama fırsatını elde etmişti. Bana bunların kopyalarını veriyordu, ama sadece iki tanesine bakıp, gerisini çekmeceye tıktım. "On beş dakikan neredeyse sona erdi, Sehun. Para kazanmak için ne yapacaksın? Evini nasıl kurtaracaksın?"
"Bir şeyler düşüneceğim."
"Ne gibi?"
"Bir şeyler, anne. Bir şeyler düşüneceğim."






Ne yapacaktım? Düşündükçe mideme kramplar giriyordu.
"Biliyor musun, bir menajer tutmak o kadar da kötü bir fikir değil. Sana biraz avans verebilirler."
"Onlar sadece kendilerini düşünüyorlar. Konuştuğum o menajerlerden biri tüm haklarımı devretmemi istedi. Ona kulak asmış olsaydım, film çekmek isteyenler şu ana dek istedikleri her şeyi yapabilirlerdi."
"O halde, kendin bir yapımcıyla konuş." "Hiçbiriyle konuşmak istemiyorum, anne. Neden bunu anlamak o kadar zor? "





Obsesif//SekaiDonde viven las historias. Descúbrelo ahora