"Dikkatini ver. Geyiğin arkasına geçmeni istiyorum. Onu sırt üstü çevirdikten sonra, ben iç organlarını boşaltırken arka bacaklarını tutacaksın. Anladın mı?"
Ne yapmamı istediğini anlamıştım. Anlamadığım şey, bunu neden istediğiydi. Daha önceden bu tür bir isteği olmamıştı. Belki de sadece ne yapabileceğini, daha doğrusu, bana ne yapabileceğini görmemi istemişti.





Ama tamam der gibi başımı salladım ve geyiğin donuk gözlerine bakmamaya gayret ederek arka bacaklarmın orada karların üstüne çömeldim. Sonra, kaskatı kesilmiş arka bacaklarını tuttum. Kai gülerek ve bir şarkı mırıldanarak hayvanın başına çömeldi ve onu birlikte sırt üstü çevirdik.
Çoktan ölmüş olduğunu bildiğim halde, geyiği sırt üstü çevirdiğimizde bacakları iki yana açılmış, çaresiz ve haysiyetini yitirmiş halde görmek beni rahatsız etti.








O güne dek, hiçbir ölü hayvanı yakından görmemiştim. Bebek huzursuzluğumu hissetmiş olmalıydı, çünkü sürekli olarak kıpırdanıyordu.
Kai bıçağının, geyiğin böğründeki deriyi tereyağını böler gibi deşmesi midemi kaldırdı.







Geyiğin iç organlarını çıkarırken ve midesini alt kısmına kadar keserken, burnuma metalik bir koku geldi. Suratındaki o ifadeyle, beni de deştiğini gözümün önüne getirdim. Bunu düşünerek irkildiğimde bana baktı.
"Özür dilerim," diye fistldayıp, dişlerimi soğuğa karşı sıktım ve kaşlarımı hareketsiz tutmaya zorladım.






Bir şarkı mırldanmaya ve hayvanı kesmeye devam etti. Bir ara kendini bu işe iyice kaptırdığında, açıklık alana göz attım. Etrafımız uzun köknar ağaçlarıyla çevriliydi; dallar karlardan ağırlaşmış ve aşağı eğilmişti. Kulübenin etrafındaysa ayak izleri, bir şeyin sürüklenme izleri ve birkaç kan damlasını andıran leke vardı.








Hava temiz ve nemli kokuyordu; ayaklarımın altında ezilen karların çıtırtısını duyabiliyordum. Kanada'da bazı yerlerde kayağa gitmiştim ve kar diğer yerlerden farklı kokuyordu. Nedense daha kuru gibiydi. Hatta elimde bile farklı bir his uyandırıyordu.







Öbek öbek karlar ve kokuyla birlikte arazinin biçimi, hâlâ Seul'de olduğuma veya en azından kıyı şeridinde bir yerde olduğuma dair beni umutlandırdı.
Kai hayvanı keserken, benimle konuşmaya başladı...
"Bu bölgede bulduğumuz yiyecekleri, daha saf olan ve insan eli değmemiş şeyleri yememiz daha iyi. Kasabaya gittiğimde, yeni kitaplar aldım. Bunlardan taze etleri nasıl kurutacağını ve konserve yapacağını öğrenebilirsin. Bir süre sonra, kendi kendimize yetebileceğiz ve seni bir daha asla yalnız bırakmayacağım. "
Gerçekleşmesini istediğim şeyler listesinde üst sıralarda değildi ama yeni bir şeyler yapma fikri beni heyecanlandırmıştı.









Geyiğin tamamını kestikten ve mide kesesini çıkardıktan sonra, başımı leşten kaldırdı ve "Hiç öldürdün mü, Sehun?" dedi. Elindeki bıçak yeteri kadar tehditkar değilmiş gibi, bir de öldürmekten mi söz etmeye başlamıştı? "Hiç ava çıkmadım."
"Soruya yanıt ver, Sehun."








Geyiğin iki yanından birbirimize baktık. "Hayır. Hiç öldürmedim."
Bıçağı, sapının en ucundan tutup bir sarkaç gibi salladı. Bıçak her sallandığında "Asla mı? Asla mı? Asla mı?" demeye başladı.
"Asla..."
"Yalancı!"
Bıçağı havaya firlattı, düşerken sapından tuttu ve dibine kadar geyiğin boynuna sapladı. İrkildim ve dengemi kaybederek sırt üstü karlara düştüm. Ben doğrulmaya çalışırken, tek kelime bile etmedi. Tekrar çömelme pozisyonuna geldiğimde, hızla geyiğin bacaklarını kavradım ve düştüğüm için bana tokat atmasını bekledim, ancak bana bakmaya devam etti. Sonra, bakışları geyiğin midesindeki yarığa ve karnıma kaydı ve tekrar gözlerime baktı.








Obsesif//SekaiWhere stories live. Discover now