Ellerimi çekti ve küvete girmemi işaret etti. Tereddüt ettiğimi görünce, suratı kızardı ve bana yaklaştı.
Küvete girdim. O kocaman anahtarlığından bir anahtarla dolabı açıp içinden bir jilet çıkardı... Fazlasıyla keskin bir jilet.


Sağ bacağımı kaldırıp, topuğumu küvetin kenarına yasladı. Sonra, elini yavaşça baldırımda ve bacağımda gezdirdi. İlk kez ellerini fark ettim. Hiç tüyü yoktu. Parmakları da yanmış gibi pürüzsüzdü. İçime bir dehşet hissi yayıldı. Nasıl bir insan parmak uçlarını yakardı?



Bacağıma yaklaşan jilete bakmadan edemiyordum. Ağlayamıyordum bile. "Bacakların çok güçlü. Bir dansçının bacakları gibi. Annem bir dansçıydı." Bana döndü, ama bakışlarımı jiletten ayıramadım. "Sehun, sana bir şey söylü-" Topuklarına yaslandı. "Jiletten korkuyor musun?"



Evet anlamında başımı salladım. Işık üstüne vursun diye jileti havaya kaldırdı. "Yeni olanlar bu kadar iyi kesmiyor." Omuzlarını silkip gülümsedi. Sonra, geriye yaslanıp baldırımı tiraş etmeye koyuldu. "Bu deneyime kendini hazırlarsan, kendinle ilgili çok şey keşfedersin. Birilerinin senin üstünde yaşam ve ölüm gücüne sahip olduğunu bilmek hayatının en erotik deneyimlerinden biri olabilir."


Dikkatle bana baktı.
"Ama sen zaten ölümün ne kadar özgürleştirici olabileceğini biliyorsun, değil mi Sehun?" Yanıt vermediğimi görünce, bir jilete, bir bana baktı.
"Be-ben ne demek istediğini anlayamadım."
"Abin Xiumin'in başına gelenleri unutmuş olamazsın."



Suratına bakakaldım.
"Kaç yaşındaydın o zaman? On iki? O da on altı yaşında mıydı? Sevdiğin birini gencecik yaşta kaybetmek..." Başını salladı. "Bu tür olaylar insanı gerçekten değiştirebilir."
"Xiumin hyung'u nereden tanıyorsun?" "Baban EunWoo, hastaneye götürülürken ölmüştü, değil mi? Peki Xiumin nasıl ölmüştü?" Biliyordu.


Lanet olası pislik bu olayı öğrenmişti. Olayın nasıl olduğunu Xiumin hyung'un cenazesinde, dayımın birilerine annemin güzel oğlunun neden açık bir tabutta cenaze törenine getirilmesini istemediğini anlatırken kulak misafiri olduğumda öğrenmiştim. Ondan sonra da Xiumin hyung aylarca rüyalarıma gidi; kanlar içindeki suratını ellerinin arasına alıyor ona yardım etmem için bana yalvarıyordu. Aylarca çığlıklar atarak uyandım.


"Neden yapıyorsun bunu?" dedim. "Bacaklarını tıraş etmeyi mi? Seni rahatlatmıyor mu?"
"Onu kastetmedim."
"Xiumin konusunu mu diyorsun? Bu tür şeyleri dile getirmek iyidir, Sehun."


Bir kez daha bunlar benim başıma geliyor olamaz diyerek içimi çektim. Sapığın teki ben ılık su dolu bir küvette yatarken bacaklarımı tıraş ediyor ve bana hislerimi serbest bırakmamı söylüyor olamazdı. Ne tür bir dünyada böylesine boktan bir olay meydana gelebilirdi?


"Ayağa kalk ve ayağını küvetin kenarına koy, Sehun."
"Özür dilerim, biraz daha konuşabiliriz. Lütfen bana bunu..." Suratı bir anda ifadeden yoksun hale geldi. Bunu daha önce de gömüştüm. Ayağa kalktım ve ayağımı küvetin kenarına koydum. Buz gibi havada tir tir titreyerek, gül kokulu buharın bedenimden yayılmasını izledim. Gül kokusundan nefret ederim, oldum olası nefret etmişimdir. Ama ya Sapık?


Bir şarkı mırıldanmaya başladı. Onu itmek istiyordum. Suratına dizimi geçirmek istiyordum. Ama gözlerim jiletin parlak ve keskin kısmına takılıp kalmıştı. Beni fiziksel olarak incitmiyordu, sadece beni sabitlemek adına kalçamı tuttuğu için tırnakları biraz etime saplanıyordu, ama hissettiğim dehşet inanılmazdı; keskin bir his göğsümü delip geçiyordu.



Obsesif//SekaiWhere stories live. Discover now