"Günaydın Deb, nasılsın?"

"İyiyim, sanat tarihi notları için bütün gün Jacson'a yalvardım ama sonuç aynı.."

Şehrazat kızaran yanaklarını saklamak için başını salladı. Jacson hakkında pek konuşmayı sevmezdi, daha doğrusu utandığından mıdır bilinmez huzursuzlanıyordu.

"Bana Şihrezat rica ederse veririm dedi" Deb kıza geniş bir gülümsemeyle bakarken Şehrazat kaşlarını çattı.

"Olmaz Deb!"

"Yapma, çocuğu yarım dönemdir ekiyorsun. Partiye bile onun yüzünden gitmedin. En azından notlar için bir kahve içebilirsin"

"Olmaz" dedi kız inatçı bir şekilde, Greenwich Üniversitesinin A kapısındaydılar şimdi. Giriş kartlarını çıkarmaya çalışıyordu Şehrazat ve arkasında ki iki adam çoktan okulun büyük kampüsünde ki yerlerini almışlardı. Gözlerini devirdi. Bütün gün onu bekleyeceklerdi ve bunu bilmesi pek de hoş bir şey değildi.

"Babanı ikna edemedin mi?"

"Babam ikna olmaz Deb, onu tanımıyorsun."

Evet tanımıyordu, babası tam bir İstanbul beyefendisiydi ve kimi zaman oldukça katı kuralları vardı. Deb onu dinlediğini belli eder gibi başını salladı. Dönem uzatma olayı olmasaydı mezun olabilirdi. Ama işler her zaman iyi gitmiyordu. 45 dakikalık tren yolcuğu yüzünden en önemli finalini kaçırmış ve telafi haklarını öne sürse de dönemi uzamıştı. Babası bu durumu aslında halledebilirdi ama ondan böyle bir şey istememişti. İstemeyi de düşünmüyordu. Ana binaya doğru yol alırken akılında hala on beş gün sonra ki finalleri vardı. Finallerin erkene alınması onun adına hem iyi olmuştu hem de kötü.

"Sanat tarihi diyorum Şihrezat Ne yapacağız!" Deb'in söyledikleriyle kendisine geldi genç kız. Önünde duran çocuk yüzünden dalıp gitti deryadan anca kurtulabilmişti. Onu ilk defa görüyordu. Yeni biri miydi? Yoksa geçici biri mi? Hafif esmer teni ona iki sene evvel Afganistan'a yaptıkları yolculukta ki insanlara hatırlamıştı. Ve o esmer tenine inat yemyeşil gözleri. Saçları hafif önüne dökülüyor gibiydi. Önünde ki ona benzeyen bir çocukla ciddi bir şey konuşuyor gibiydiler.

"Şihrezat!" dedi Deb elini kızın önünde sallayarak. Yağmur kıza doğru dönerken çocuğun gözleri onunla birleşti ve ne yapacağını şaşırdı.

"Şey ne demiştin?"

"İyi misin sen? Rengin niye böyle kırmızı gibi?"

"İ-yiyim, iyi.." dedi mırıldanarak. Koşar adımlarla sanat dersine doğru ilerledi. Belki de hayatında ki en büyük kararı ve en doğru karır buydu. Sanata olan merakı ilgisi aslında mimariden geliyordu. Mimarlık derslerini alırken zorlanacağını bile bile seçmişti bu bölümü. Bitmek bilmez masa başı çizimleri, saatlerini alan maketler ve jüriler. Çoğu zaman uykusuz kalırdı ama bu ona yaşadığını hissettiriyordu. Nefes aldığını, bir şeylerle uğraşmak ve öğrenmek. Hayata başka bir boyuttan bakmak.

Yerine geçti ve seçmeli olarak aldığı sanat kitaplarını çıkardı.

"Bu dönem aramıza yeni katılan üç öğrencimiz var" Sanat dersi pek tercih edilen bir ders değildi ve 14 kişilik derslikte fazladan bir kişi bile göze batardı.

"İsminiz?" ellili yaşlarının başında olduğu çok belli olan profesörün sözüyle en önde ki adam usulca ayaklandı.

"Ahmed"

Bu oydu işte! Şehrazat oturduğu sırada kıpırdandı, onu daha rahat görmek istiyordu.

"Sizde Türk müsünüz?"

HİCRANHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin