Eski günlere döndükçe babasının duyduğu tuhaf heyecan da derinleşiyordu, ama bunlardan bahsetmesinde şaşılacak bir yan yoktu. Yalnızca bugünkü mutluluğu ve neşesiyle, geçmişteki korkunç sabrını kıyaslıyordu sanki.

"Aya bakarken binlerce kez doğmamış çocuğumu düşündüm. Doğmuş muydu acaba? Sağlıklı mı doğmuştu, yoksa zavallı annesinin üzüntüsünden ölmüş müydü? Ya da bir gün babasının öcünü alacak bir oğlan çocuğu muydu? (Hapiste olduğum günlerde öç alma arzum dayanılmaz olmuştu.) Babasının hikâyesini asla bilemeyecek bir oğlan çocuğu; hatta belki de onun kendi isteği ve iradesiyle ortadan kaybolduğunu düşünecekti. Ya da büyüyüp güzel bir kadın olacak bir kız çocuğuydu bu."

Lucie babasına yaklaşarak yanağını ve elini öptü.

"Kendi kendime, kızımın beni tamamen unutmuş olduğunu düşündüm hep – hatta benden bütünüyle habersiz olduğunu, beni hiç bilmediğini hayal ettim. Her sene yaşını hesapladım durdum. Benim kaderimi hiç bilmeyen bir adamla evlendiğini gözümün önüne getirdim. Yaşayanların hatıralarından tamamen silinmiştim ve bir sonraki nesilde yerim yoktu."

"Babacığım! Var olmayan bir kız çocuğu için bunları düşünmüş olman, d çocuk benmişim gibi dağlıyor yüreğimi."

"Sen, Lucie? Bütün bu hatıralar senin beni teselli etmen ve iyileştirmenden sonra canlanarak, bu son gecede şu ay ile aramıza girdi. –Ne diyordum ben?"

"Seninle ilgili hiçbir şey bilmiyordu. Senden hiç haberi yoktu."

"Doğru! Ama ayın parladığı diğer gecelerde, hüzün ve sessizlik beni başka türlü etkilediğinde –temelinde en acı olan her duygu gibi, kederli bir huzura benzer bir duyguyla etkilemişti beni– onun hücreme gelip beni hapishanenin surlarının ötesindeki özgürlüğe götürdüğünü hayal ederdim. Seni şimdi gördüğüm gibi, sık sık ay ışığında görürdüm onu, ama hiç kollarıma alamazdım, demir parmaklıklı küçük pencereyle kapı arasında dururdu. Ama bahsettiğim çocuğun o olmadığını anlıyorsun değil mi?"

"O suret bir simge, hayal miydi?"

"Hayır. Bu başka bir şeydi. Rahatsız edici şekilde görüş alanımda duruyor ama hiç kıpırdamıyordu. Zihnimin kovaladığı siluet çok başka, çok daha gerçek bir çocuktu. Dış görünüşü hakkında, annesine benzediğinden başka bir şey bilmiyorum. Diğeri de ona benziyordu –tıpkı senin gibi– ama aynı değildi. Dediklerimi takip edebiliyor musun Lucie? Zor biraz, değil mi? Bu karmaşık ayrımları anlayabilmek için tek başına zindanda kalmış olman gerekiyordu belki de."

Doktorun eski günlere dönme çabasıyla takındığı aklı başında ve serinkanlı hâl kızının kanını dondurmaya yetmişti.

"O nispeten huzurlu anlarda onun ay ışığında yanıma geldiğini hayal ederdim ve beni, ölmüş babasının sevgi dolu hatıralarıyla dolu olduğunu göstermek için yuvasına götürdüğünü düşlerdim. Resmim odasında olurdu ve benim için dua ederdi. Hayat dolu, neşeli ve güzeldi, ama benim zavalh hikâyem her yere sinmişti."

"İşte ben o çocuğum babacığım. Hayatım o kadar iyi değildi ama seni aynen öyle sevdim."

"Sonra bana çocuklarını gösterirdi," dedi Beauvais'li Doktor, "benden haberleri vardı ve bana acımayı öğretmişlerdi onlara. Bir hapishanenin yanından geçtiklerinde, bunun çatık kaşlı duvarlarından uzak tutulurlardı ve demir parmaklıkanna bakıp kendi aralarında fısıltıyla konuşurlardı. Kızım beni serbest bırakamazdı ama bana tüm bunları gösterdikten sonra beni tekrar hücreme götürdüğünü hayal ederdim. Ardından rahatlayıp gözyaşlarına boğulur, dizlerimin üzerine çökerek onun için dua ederdim."

"Ben o çocuğum baba, ah umarım öyledir babacığım. Ah babacığım, canım babam, yarın benim için yine aynı coşkuyla dua edecek misiniz?"

"Lucie, şimdi sana bütün bu eski sıkıntıları anlatmamın sebebi seni kelimelerle ifade edilemeyecek kadar çok sevmem ve böylesi büyük bir mutluluğu yaşattığı için Tanrı'ya şükretmemdir. En olmayacak hayallere kapıldığım anlarda bile şimdi senin yanında duyduğum mutluluğu ve önümüzde uzanan güzel günleri hayal edemezdim."

Doktor kızına sarıldı, onu ağırbaşlılıkla Tanrı'ya emanet etti ve kızını kendisine bağışladığı için alçakgönüllülükle şükretti. Biraz sonra eve girdiler.

Düğüne Mr. Lorry'nin haricinde davet edilen kimse yoktu; hatta sevimsiz Miss Pross'tan başka nedime de yoktu. Evlilikle birlikte yaşadıkları yerde bir değişiklik olmayacaktı; evi biraz genişletmişlerdi sadece, daha önceleri görünmez uydurma kiracıya ait olan üst kattaki odaları da kendilerine katmış, başka bir şey yapma ihtiyacı duymamışlardı.

Doktor Manette akşam yemeğinde çok neşeliydi. Sofrada yalnızca üç kişilerdi; üçüncü kişi de Miss Pross'tu zaten. Charles'ın orada olmayışına üzülmüştü Doktor; neredeyse damadını o gün oradan uzak tutan sevgi dolu küçük oyuna karşı çıkacaktı ve bu sevecen duygularla kadehini onun şerefine kaldırdı.

Sonra Doktor'un Lucie'ye iyi geceler dileme vakti geldi ve herkes odasına çekildi. Ama gecenin ilerleyen saatlerinin sessizliğinde Lucie yeniden aşağı inerek gizlice babasının odasına girdi; tanımlayamadığı bir yığın korku vardı içinde.

Oysa her şey yerli yerinedeydi; çıt çıkmıyordu ve babası mışıl mışıl uyuyordu, bembeyaz saçları rahat yastığının üzerinde izlenmeye değerdi ve elleri yatak örtüsünün üzerinde hiç kıpırdamadan duruyordu. Genç kız elindeki gereksiz şamdanı ötede bir yere koydu ve babasının yanına sokularak dudaklarına bir öpücük kondurdu; sonra da üzerine eğilerek ona baktı.

Adamın hoş yüzü, esaretin acı sularıyla yıpranmıştı, ama doktor bu izleri öyle güçlü bir kararlılıkla kapamıştı ki, uykusunda bile bunları örtbas etmeyi başarmıştı. O gece, uyku diyarındaki tüm yüzler incelense, görünmez bir saldırgana karşı verdiği mücadelesiyle, onunki kadar sessiz, onunki kadar azimli ve ihtiyatlı bir yüze daha rastlanamazdı.

Lucie elini ürkekçe babasının göğsüne koydu ve ona duyduğu bunca sevgiden ve adamın çektiği onca ıstıraptan sonra hep babasının yanında kalabilmek için dua etti. Sonra elini çekti ve onu bir kez daha dudaklarından öperek dışarı çıktı. Artık güneş doğmuştu ve çınar ağacının yapraklarının gölgeleri, adamın yüzünde, kızının ona dua ettiği sırada kıpırdayan dudakları kadar yumuşak bir şekilde oynaşıyordu.

İki Şehrin HikayesiWhere stories live. Discover now