XXII. Örgüye Devam

292 14 1
                                    

Madam Defarge ile kocası, huzur içinde St. Antoine'ın merkezine dönerken, mavi şapkalı bir noktada karanlığın içinde, tozlu yollarda, usandırıcı kilometreler kat ederek ilerledi; şimdi mezarında yatan Mösyö Marki'nin fısıldaşan ağaçların hışırtısına kulak veren şatosunun olduğu bölgeye yöneldi ağır ağır. Taş yüzlerin ağaçları ve çeşmeyi dinlemek için bol bol vakti vardı şimdi ve bostan korkuluğunu andıran bir avuç köylü yemek için ot ve yakmak için çalı çırpı ararken geniş taş avluya ve terasın merdivenlerine vardıklarında açlıktan kazınan zihinleri bu suratlardaki ifadelerin değiştiğini idrak etmişti. Köydeki yeni bir söylentiye göre –tıpkı köyün sakinleri gibi soluk ve cılız söylentilerdi bunlar– bıçak saplandığında bu yüzler de değişmiş, gururlu yüzler acı ve öfke dolu yüzlere dönüşmüşlerdi; dahası, asılan bedenin çeşmenin on metre tepesinde sallanıp yön değiştirmesiyle ifadeler gene değişmiş, intikam almış birinin zalim bakışına bürünmüşlerdi, bundan böyle de hep öyle kalacaklardı. Cinayetin işlendiği yatak odasının büyük penceresinin üstündeki taş yüze oyulmuş burnun üzerinde iki ufak çukur belirmişti, herkes fark etmişti bunları, oysa daha önce hiç kimse görmemişti; ara sıra üstü başı yırtık pırtık iki-üç köylü, kalabalıktan sıyrılıp taş kesilmiş Mösyö Marki'ye alelacele bir bakış atmaya gelirdi, biri sıska parmağını bunun üzerine uzatır uzatmaz, hepsi yabani tavşanlar gibi yosunların ve yaprakların arasından sıvışarak, rahat edebilecekleri yerlere kaçarlardı.

Şato ve kulübe, taş yüz ve sallanan beden, taş zemindeki kırmızı leke, köy kuyusundaki tertemiz su –binlerce dönüm arazi - Fransa'ya ait bütün taşra - Fransa'nın tamamı– incecik bir çizgi halinde karanlık gökyüzünün altında uzanıyordu. Hatta bütün dünya, bütün haşmeti ve küçüklüğüyle göz kırpan bir yıldızın içinde uzanıyordu. Sanki sıradan insan aklı, bir ışık huzmesini parçalara bölüp bileşimini tahlil edebilir, böylece üstün zekâlılar, cılız cılız parlayan dünyamız üzerindeki her bir yaratığın düşüncesini, davranışını, her türlü ahlaksızlığım ve erdemini okuyabilirdi.

Karıkoca Defarge'lar, yıldızların altında, arabalarının içinde ağır aksak ilerleyerek varmak istedikleri noktaya, Paris'in giriş kapılarından birine vardılar. Güvenlik bariyerinin önünde olağan bir şekilde durduruldular ve genel bir inceleme ve soruşturma için olağan fenerler pırıl pırıl üzerlerine tutuldu. Mösyö Defarge arabadan indi; oradaki bir-iki askeri ve polisi tanıyordu. İkincisiyle samimiydi ve sevecen bir şekilde kucaklaştılar.

St. Antoine loş kanatlarını açarak Defarge'lara yeniden sarılmıştı, onlar da nihayet St. Antoine'ın yakınlarında arabadan inmiş, simsiyah çamur ve pislik içindeki sokaklarda zar zor yürürlerken, Madam Defarge kocasına şöyle dedi:

"Söyle bakalım dostum; polis Jacques sana ne dedi?"

"Bu gece fazla bir şey söylemedi, ama bildiği her şeyi anlattı. Bizim bölgeye bir casus daha yerleştirmişler. Belki daha bir sürü vardır, ama o sadece bir tanesini biliyormuş."

"E iyi!" dedi Madam Defarge, ciddi bir iş havası takınıp kaşlarını kaldırarak. "Onu da kaydetmek lazım. Adı ne?"

"O bir İngiliz."

"Daha iyi. Adı ne?"

"Barsad," dedi Defarge, Fransızcaymış gibi telaffuz ederek. Ama ismi doğru anlamaya o kadar özen göstermişti ki, yazarken hiç hata yapmadı.

"Barsad," diye tekrarladı madam. "Güzel. İlk adı ne?"

"John."

Madam bunu kendi kendine bir kez mırıldandıktan sonra, "John Barsad," diye tekrar etti. "Güzel. Ya tipi; biliyor muyuz bunu?"

"Yaklaşık kırk yaşlarında, 1,75 boyunda, siyah saçlı, esmer tenli, hoş denebilecek bir suratı var; koyu renk gözler, ince, uzun, soluk benizli bir yüz, burnu gaga gibi, ama düz inmiyor, sola doğru çarpık; bu da pek tekin olmayan bir ifade vermiş yüzüne."

İki Şehrin HikayesiHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin