Yirmi Beşinci Bölüm

415 21 3
                                    

Nikâh töreni için aydınlatılmış kiliseyi çoğunluğu kadın, büyük bir kalabalık doldurmuştu. İçeri giremeyenler pencerelerin önünde toplanmış, itişip kakışarak, atışarak parmaklıklardan içeri bakıyorlardı.

Jandarmalar yirmiden fazla arabayı yol boyunca sıralamışlardı. Bir polis amiri pırıl pırıl üniformasının içinde dondurucu soğuğu umursamadan dikiliyordu girişte. Peş peşe geliyorlardı arabalar. Bayanlar çiçekli tuvaletlerinin uzun eteklerini kaldırıp, erkekler –bazıları keplerini bazıları siyah şapkalarını– çıkarıp kiliseye giriyorlardı. Kilisenin içinde iki avize de, tasvirlerin hepsinin önündeki mumlar da yakılmıştı. İkon dolabının kırmızı fonunda altınlar da, ikonların altın kaplama işlemeleri de, avizelerle şamdanların gümüşleri de, parkeler de, küçük duvar halıları da, yukarıdaki aziz resimleri de, ikonların önündeki balkona çıkan merdivenin basamakları da, artık kararmış eski kitaplar da, papazların cüppeleri de, korodakilerin beyaz keten cüppeleri de ışığa boğulmuştu.

Salonun sağ yanındaki frak, papyon kravat, ağır ipek, kadife, atlas, saç, çiçek, çıplak omuz ve kol, uzun eldiven kalabalığında yüksek kubbede tuhaf bir biçimde yansıyan canlı, ölçülü bir konuşma sürüp gitmekteydi. Açılan kapının gıcırtısı her duyulduğunda kalabalık susuyor, herkes içeri giren gelinle güveyi görmek umuduyla kapıya bakıyordu. Ama on kezden çok açılmıştı kapı; gelenler ya sağdaki davetliler kalabalığına katılan geç kalmış bir konuk ya da soldaki seyirciler kalabalığına katılan, kapıdaki polis komiserini kandırmış, belki gönlünü hoş etmiş biriydi. Akraba olanlar da, yabancılar da beklemekten sıkılmaya başlamışlardı artık.

Başlangıçta gelinle damadı her an bekliyorlar, bu gecikmeye bir anlam vermiyorlardı. Sonraları daha bir sık başlamışlardı kapıya bakmaya. Herkes kötü bir şeyin olmuş olmasından korkuyor, yalnızca bundan söz ediyorlardı. Daha sonra bu gecikme tuhaf kaçmaya başlamıştı artık. Akrabalar da, konuklar da damadı düşünmüyor, kendi konuşmalarıyla ilgileniyor gibi yapmaya çalışıyorlardı.

Baş zangoç –zamanın değerli olduğunu anımsatmak istiyor gibi sabırsız– pencerelerin camlarını titretircesine öksürüyordu. Koronun bulunduğu balkondan, sıkılmaya başlamış şarkıcıların kâh prova sesleri, kâh sümkürmeleri duyuluyordu. Papaz, damadın gelip gelmediğini öğrenmeleri için ikide bir ya zangocu ya zangoç yardımcısını yolluyordu dışarı. Damadı beklerken kendi de leylak rengi cübbesi, işlemeli kuşağıyla daha sık çıkıyordu yan kapıya. Sonunda bayanlardan biri saatine bakıp "Doğrusu çok tuhaf!" dedi. Konukların hepsi heyecanlıydı. Şaşkınlıklarını, can sıkıntılarını açık açık söylemeye başladılar. Sağdıçlardan biri ne olduğunu anlamak için arabaya binip gitti. Bu arada Kiti çoktan hazırlanmış, beyaz gelinliğini giymiş, uzun duvağını, greyfurt çiçeklerinden tacını takmış, Şçerbatskilerin evinin salonunda, düğün annesi ve ablası Lvova ile ayakta duruyor, pencereden dışarı bakıyor, yarım saati aşkın bir zamandır sağdıcının, damadın kiliseye geldiği haberini getirmesini bekliyordu.

Öte yanda Levin, pantolonunu giymiş; ama yeleksiz, fraksız, otel odasında bir aşağı bir yukarı dolaşıyor, ikide bir kapıdan başını uzatıp koridora bakıyordu. Ama beklediği yoktu görünürlerde.

Umutsuzluk içinde geri dönüyor, elini kolunu sallayarak, sigarasını sakin sakin içen Stepan Arkadyeviç'e:

— Böylesine korkunç, aptalca bir duruma düşen bir insan daha olmuş mudur? diyordu.

Stepan Arkadyeviç tatlı tatlı gülümsedi.

— Evet, çok kötü bir durum, dedi. Ama sakin ol, şimdi getirirler.

Levin öfkesini tutmaya çalışıyordu.

— Ah, elden ne gelir! (Gömleğinin buruşuk önüne baktı.) Şu önü açık yelekler de ne aptalca şeyler! (Umutsuzca yükseltti sesini.) Ya tren istasyonuna götürdülerse eşyaları!

Anna KareninaHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin