I - ❝Rüyamdaki Gizemli Adam❞

Start from the beginning
                                    

Dudaklarımı dilimle ıslatarak ağzımın kuruluğuna çare olmasını umdum fakat işe yaramadı. Zorlukla yutkunup, "Sen kimsin?" diye sordum. O kadar ironi içeren durumdu ki bu. Elleri ellerimi tanıyordu, ruhu ruhumu bir yapbozun son parçası misali tamamlıyordu sanki ama o rüyamdaydı ve ben onun ismini bilmiyor, sesini dahi duymuyordum.

Sesini duymak isteyen kalbim yüzünden kulaklarımı kabarttım ama konuşmadı. Dakikalar birbirini kovalarken sessizlik aramıza buzdan duvarlar ördü, bu bedenimde titremeye sebep oldu fakat ellerimiz hâlâ kenetliydi ve sıcacıktı.

"Ben," dedi. Devamını duymam mümkün olmadı.

 

Puslu gözlerimin ardındaki görüntüsü ve duyacağım sesi birden kayboldu. Uykunun derinliklerinden gerçek hayata dönmeme neden olan "Naz! Uyan!" sesi ile uyandım. Beni uyandıran sese baskın gelen uyarı mahiyetinde bir ses daha duydum. Bu sefer gelen sesin tokluğu ve sertliği ile irkilerek yatağımda doğruldum. "Naz değil, Mihrinaz!"

Odamın kapısı önünde azarlamaya hazır dedemi ve sonrasında başımda bekleyen Leylayı fark ettim.  "Size kaç kere dedim ona Mihrinaz diye hitap etmeniz gerektiğini? Çık dışarı!"

Leyla azar karşısında başını eğerek odayı terk etti. Dedem içeri girdi. "Günaydın, torunum."

"Günaydın, dede."

Bana kuzenim Leyla'ya davrandığının aksine oldukça samimi şekilde, "Haydi, kahvaltıya gel. Sensiz başlamalarına izin vermiyorum," dedi. Başımı sallayarak ayaklarımı yataktan sarkıttım. Dedem saç diplerimden öperek odamdan çıktı. Hazırlanmak için oda içerisinde bulunan banyoya girdim. Banyodan çıktıktan sonra üzerime ince, yeşil bir salaş kazak ve siyah kot giydim. Aynada kıvırcık saçlarımı toplarken görüntüme baktım. Her zamanki gibi doğaldım. Siyah fakat asla boya kullanmadığım kıvırcık saçlarım, uzun kirpiklerimin çevrelediği kısık ela gözlerim, herkesin ameliyatlı sandığı ideal burnum ne dolgun ne de ince olan dudaklarım ve bir de ara sıra kendisini belli eden çillerim vardı.

Görüntü de herkes gibi sıradan ve normal biriydim lakin beni diğerlerinden ayıran bir farklılık vardı.

Ben, Azim Akşahin'in en sevdiği ve en önemli varisi olan torunu Mihrinaz Akşahin'dim. Azim Akşahin, benim hem annem hem babam olan yegâne insandı. Hayatımın en elzem kişisiydi o.

Dedemin nüfusundaydım çünkü annem ve babam yoktu. Dedem onları, ben doğduğum zamanlar silmişti ve hiçbiri hakkında katiyen konuşmazdı. Ben de artık sormuyordum. Eğer dedem bana bir şey söylemiyorsa demek ki bu benim iyiliğim için yaptığı bir şeydi. Onun hayatta en çok değer verdiği kişi bendim. O hayatımdaki bütün boşlukları daima şefkatiyle kapatmaya çalışmış, beni el üstünde tutmuştu.

Aşağı kata indiğimde evimizin yıllardır çalışanı olan Rana teyze sevecen bir sesle, "Günaydın, yavrum. Bahçede seni bekliyorlar," dedi.

Yüzümdeki ifadesiz mimik silinirken, "Günaydın," diyerek ona karşılık verdim. Ardından salondaki büyük cam kapıdan arka bahçeye çıkınca gerçekten de herkesin beni beklediğini gördüm.

Dedem kendisi için yaptırdığı taht benzeri sandalyesinde oturuyordu, öperek yanındaki yerime geçtim ve herkese ifadesiz bir tonla, "Günaydın," dedim.

"Sonunda!" Bunu söyleyen tabii ki yengemdi.

Sinan amcam hemen, "Aynur!" diye seslenerek ikaz etmeye çalıştı fakat bu ikaz dedemin duymasına engel olmadı.

Dedem, her zamanki sert sesiyle, "Sinan, karına torunuma karşı saygısızlığı kabul etmeyeceğimi defalarca kez söylemiştim. Benim soframa sadece ben ve Mihrinaz geç gelme lüksüne sahip. Ve hepiniz bizi beklemek zorundasınız!" dedi. Bu sözler karşısında herkesin yerine sindiğini hissedebiliyordum. Bu tavrına alışmış tek kişi bendim sanırım. Yıllardır dedemin, defalarca benim yanımda başkalarını azarladığına şahit olmuştum.

HALEFWhere stories live. Discover now