"Merak etme. Senden onları yok etmeni istemeyeceğim."

Şaşkınlıkla ona baktığımda yanıma doğru adımladı eli saçlarımı buldu ve hafifçe okşadı. Beni sakinleştirmeyi başarmıştı. Annemin bir diğer özelliği de içindeki doğal bir sakinleştirici etkisiydi. Yatağıma oturduğumuzda bağırmaktan kısılmış sesiyle konuşmaya başladı.

"Baban senin benim gibi olmandan korkuyor. Onu da anlamalısın."

Annem, dünyanın en renkli kadınıydı. Her şeyi uçarıydı. Hislerini en uç noktada yaşar hayatının hazzını alırdı. Kendisini böyle negatif etkileyen bir adama neden kendisini muhtaç hissettiğini hiçbir zaman anlamayacaktım.

"Sen deli değilsin anne." dedim.

Babam için insanın kendisi gibi davranması, toplumdan farklı olması deliliğe işaretti. Anneme seneler boyu onun akıl sağlığının yerinde olmadığını söyledikçe annemin bilinç altı bu düşünceyi kabul etmişti.

"Bir hikayenin içinde kendini kurgulamak da akıl sağlığının bozukluğuna işaret değildir, gün ışığım. Sana günlük tutma tavsiyesini ben vermiştim. Sonuçlarının böyle olacağını bilseydim yine de aynı kararı verir sana bu öneriyi sunardım. Çünkü sen benim kızımsın. Sen nasıl mutluysan öyle olacak."

Günlük tutmamı annem söylemişti. İçimi dökmemi, tüm nefretimi kusmamı istemişti. Ama günlük tutmak benim daha fazla içime kapanmama ve hislerimin beni yemesine sebep olmuştu.

Annem de bir gün aniden bir hayal dünyası kurmayı denemeye karar verdim. Başlangıç olarak çok vasattı ama bana kendimi iyi hissediyordu. Sonra anneme konuyu açmıştım.

Annem beni kitaplarla tanıştırmış, tavan arasını bir kütüphaneye çevirmişti. Grimm masallarıyla başlayan yolculuğum diğer halk masallarıyla, Peter Pan ve Atlantis ile devam etmişti.

Kendime ait küçük bir dünya yaratmıştım. Orada mutluydum. Liseye giderken mutluydum, arkadaş edinirken mutluydum, okul korosunda yer alıyordum. Hayatımda başarmak isteyip başaramadığım her şeye kurgu dünyasında sahiptim.

Ve son olarak bir de sevgilim vardı.

Gerçek hayatta olamayacak kadar harika bir çocuktu.

O, kötü bir çocuk değildi. Tüm kızların peşinde koştuğu, erkeklerin ondan nefret ettiği ve korktuğu bir çocuk da değildi. O, derslerine sessizce girip, hiçbir gruba dahil olmayan bir çocuktu.

Gerçek hayatımda bana benzeyen bir çocuktu. Çevresinde kendisine uygun bir arkadaşı yoktu.

Onun arkadaşı ben olmuştum. Fazla klişe ama güzel ve en önemlisi de doğaldı. Gerçek hayatta yaşanabilecek kadar basit bir olay örgüsüydü bizim tanışma hikayemiz.

Onunla mutluydum. Kendim gibi davranabiliyordum. Birlikte ders çalışıyor, kütüphanede kitap okuyor, onun babasının arabasıyla şehri turluyor keşfedilmemiş yerlere gidiyorduk.

Bir gün, gerçekten çok kötü geçen bir gün, adımlarım onunla gittiğimiz köprüye yöneldi. Orada ağlayarak uyuyakalacağımı ve babamı sinir krizlerine sokacağımı tahmin etmemiştim.

Sadece onun yanımda olmasını dilemiştim. Fakat dünyalarımız ayrıydı. Ben, ne kadar çok istesem de onun dünyasının bir parçası değildim.

Bir gün bulunduğum dünyanın beni kurgu dünyasından ve ondan ayıracağını tahmin etmiştim.

"Calum için bir son yazmak ister misin?"

Annemin sorusu hıçkırıklara boğulmama sebep oldu. Onunla daha yolun başındayken ayrılma fikri kalbimin kaldıramayacağı kadar kötü bir sondu.

"O daha lisede. Ona bir son yazmaya hazır değilim. Ama yakamam. Onu seviyorum. O, beni hayata bağlıyor."

Annem yanıma yaklaşıp bana sarıldı. Ağzımdan çıkan cümlelerin ne kadarını anladığını bilmiyordum. Ağlarken konuşmak her zaman zor ve anlaşılmazdır.

"Pekala. O zaman şimdilik onu saklayalım. Böylece hazır olduğun bir gün aklına gelecek ve ona devam edebileceksin."

Başka bir boyuta gitmenin çeşitli yolları vardır. Resim, tiyatro, opera, yazı, hatta fotoğrafçılık bile bu yollar arasındadır.

Annemin babamın makasla kestiği resimlerle bu dünyadan kendisini soyutlardı. Bense kalemimle. Ablamsa müziğiyle.

Elimi kucağımdaki defter yığınının en üstündeki defterde dolaştırdım. Beş defter, yüzlerce anı. Bir sevgiliden ayrılmak. Hayatta önemli bir insandan kopmak gibi hissettiriyordu. Her yazar demek ki bu yüzden diğer insanlardan farklı duruyordu. Auraları farklıydı. Demek ki o yazarların hepsi kitaplarında kendilerinden bir parça bırakıyorlardı. Böylece kendi ruhlarına da o kitaptan bir parça ekleniyordu. Böylece yazar ve kitabı arasında bir bağ oluşuyordu. Kimsenin anlayamayacağı kadar büyük bir bağ.

Gözümden akan yaşı kazağımın koluna sildim.

"Tamam. Ama o zaman geldiğinde ona benden başka kimseyi yazmayacağım ve onu öldürmeyeceğim."

Annem az önce yaşadığı kötü anıya rağmen kıkırdayıp kolunu bana sardı ve saçlarımın arasına sıcacık bir öpücük kondurdu.

"Senden böyle bir şey istemiyorum, bebeğim." dedi ve defterlerin üzerine elini yerleştirip "Eminim o da böyle bir şey istemez." diyerek sözlerini tamamladı.

Konuşmamızı babam ya da başka biri işitseydi bizim delirdiğimizi düşünürdü. Fakat annem hep böyle olmuştu. Belki de anne olmak böyle bir şeydi. Çocuklarına her daim destek olmak da onların ruhlarına eklenen bir parçaydı.

Babamdan çok daha farklıydı. Beni desteklemek için hayallerimi dinliyordu, yazdıklarımı okuyordu. Onların bana nasıl iyi geldiğini biliyor ve beni yazma konusunda destekliyordu.

Babamın defterlerimi bulma ihtimaline karşı benzer defterlerin içine yazı yazan, eskizler yapan ve onları yakarken gözünü bile kırpmayan birisiydi annem. Beni ne kadar önemsediğini o gün de bana kanıtlamıştı.

Ve ben üzerime düşen görevi yerine getirip babamın bakışları altında annemin defterlerini yakmadan önce, kendi defterlerimi kolileyip tavan arasına saklamıştım. Babam tavan arasına hiçbir zaman girmezdi. Orayı tozlu bir yer olarak biliyordu. Halbuki orası annemle benim sığınma limanımız, her gün büyüttüğümüz kütüphanemiz ve annemin yaptığı resimlerinin olduğu, saksılarda çiçeklerini yetiştirdiği tertemiz bir yerdi.

Calum hikayemin içinde hala yaşıyordu. O yaşadıkça ben de yaşıyordum. O yüzden kendimi bir parça iyi hissediyordum. Okulum bittiğinde yeniden ona kavuşacağımı düşünerek hayatıma sımsıkı tutunuyordum.

O sıralar ölüm fikri henüz aklıma düşmemişti.

War of HeartsHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin