Gece - Gündüz

469 121 52
                                    

Yönünü çevirenlerden,

bakanlardan, bakıp görenlerden,

görüp tutuşanlardan,

tutuşup yananlardan olmak dileğiyle. Numan GİLGİL

Zülfüleyfe, güne heyecanlı bir şekilde uyanarak başlamıştı. Yatağından doğrulmakta zorlanıyordu. Gördüğü rüyanın etkisinden çıkamıyordu ancak ruhu tekrar o rüyaya dönmek de istiyordu. Rüyasının manası hocasının kendisine anlattıklarında gizli olabilir diye düşündü.

Bu düşüncelerin arasında yardımcısı Sariye içeriye girdi. Her zaman olduğu gibi naif bir şekilde yaklaştı.  Sariye'nin bakışları, daima şefkatle ve arkadaşça olduğundan Zülfüleyfe'yi çok rahatlatıyordu. Usulca yaklaştı Sariye.

''Efendim bir sorun mu var? Sesinizi işittim ve geldim.''

Zülfüleyfe, Sariye'nin ne olduğunu bilmediğini ve ne gördüğünü bilmediği için tedirgin olduğunu hissetti. Rahat olmayan bir ses tonuyla;

''İyiyim, sadece bir rüya'' dedi. İçini çekerek tekrar devam etti ve sessizce.

''Sanki bir rüyadan daha fazlasıydı'' diyerek fısıldadı...

Sariye tedirgin bir şekilde baktı ancak durumu düzeltmek için hemen bir bardak su getirdi ve kalkmasına yardımcı oldu. Sustu. O sessizlikle ses oldu dostuna. Sabırla sustu ve dostunun yanında durdu.

O gün, Zülfüleyfe her yerde hocasını aradı. Hocası aslında babasının hocasıydı. Son zamanlarda geçirilen zamana bakıldığında sadece Zülfüleyfe'nin hocası olmuştu. Azda olsa fikir almak için biraraya geliyorlardı. Belki onun yanındadır diye düşündü.

Takip eden günlerde hocasını soruşturmaya devam etti ancak hocası yani Mihca babasıyla birlikte farklı bir şehre gitmişti. Babası o bölgenin valisi sıfatındaydı ve kuralcı biri olarak bilinirdi. Olayın bu şekilde olmasını yani babasının haber vermeden gitmesini düşündü. Bu düşüncelerle odasına döndü.

Yaşadıkları yer, saray sayılmaz kocaman surlarla çevrilmiş büyük bir konaktı. Şehrin her yerini gören bir konumda, tüm olan bitene hakim bir pozisyondaydı. Geniş bir bahçesi vardı. Bu bahçede, türlü türlü çiçekler bulunuyordu.

Zülfüleyfe, okumayı ve araştırmayı çok seviyordu. Belki de babasına benzediği ender özelliklerden biri buydu. Odasının, geniş ve şehrin tüm ışıklarını gören balkonuna çıktı. Ay'ı seyretmeyi, ona bakarak düşüncelere dalmayı çok seviyordu. Ancak o gün, ay konağın arka tarafında kalmıştı. Sadece hava açık olduğundan parlaklığını ve önündeki bahçeye vuran gölgelerden nerede olduğunu tahmin edebiliyordu.

Sariye odaya girmişti ancak arkadaşının korkmaması için ses yaptı ve yaklaştığını hissettirmeye çalıştı. Aralarındaki ilişki, efendilikten çok iki dost ve sırdaş durumundaydı. Fakat bu yakınlığa karşılık Sariye, saygı vasfını kaybetmeden yaklaşmasını çok iyi biliyordu.

Sariye, balkon kapısından hafifçe kafasını uzatarak;

''Efendim, gelmemi ister misiniz? Sizi derin düşüncelerle yalnız bırakmak istemem.''

Zülfüleyfe, yine en uzaktaki ışıklara dalmıştı. O güzel gözlerini bu sefer arkadaşına doğrulttu.

''Yalnızlığımda ki en güzel ışık, sen!
Ufuktaki en parlak ve en yakın mekan, sen!
Düşünceme yoldaş olan en güzel yanım, sen!'' dedi.

Sariye, yine bu güzel ve dostluğu pekiştiren sözlere aynı şekilde cevap veremediği için üzüldü.

 ''Sizde benim en yakınımsınız'' direyerek uzatmadan ve derinliğe girmeden kısa bir cevapla süsledi bakışlarını.

Zülfüleyfe çok iyi biliyordu ve hissediyordu. Sariye dostuydu ve bu güzel sözlere icabet etmek istiyordu ancak beceremiyordu. Onun için dostluk; sözlerde değil, davranışların ve insanın hissettiklerinde gizliydi.
Sariye de kenarda duran tahta sandalyelerden birini alarak dostunun yanına oturdu ve sordu.

''Neredesiniz, neler gördünüz de hiç olmadığı kadar düşüncelisiniz?

Biliyorum hep uzak diyarlarda kalbiniz. Fakat sanki şu anda her şeyinizle burada değil gibisiniz''

Zülfüleyfe önündeki masaya bakarak, sessizce;

''Belki de sende bende burada değiliz. Bu an ve zaman yaşanmıyor. Belki de ben o gün hiç uyanmadım'' dedi.

Sariye'nin kafası bu durumda daha da karmaşıklaştı ve rüyanın çok derin olduğunu düşündü. Belki de dostu çok okuduğundan kavramları birbirine karıştırıyordu. Sanki gece ve gündüz birbirine girmişti. Uyanıkken rüyada, uykudayken gündüzü yaşıyordu. Zaman olgusunu tam yerine yerleştiremiyor gibiydi.

Elini arkadaşının omzuna koyarak,

''Umarım babanız hemen gelir''

''Evet babam gelsin ancak babamın gelmesinden çok istediğim Mihca'nın gelmesi''

''Neden babanız değil de hocanız?'' diye ağzından kelimeler çıkarken Sariye düşündü...

''Haklısınız, bu düğümü çözecek olan o. Sorularınızın cevapları onda'' diyerek kalktı.

''İçeriye yemeğinizi getirdim, artık burada durmayın hava serin''

''Tamam, geliyorum'' dedi ve elini tutması için uzattı...

''İçeri girince bu günün tarihini, defterimin son sayfasına yazar mısın? Birkaç gündür gördüklerimi not almak istiyorum. Unutabilirim hocamın görmesi için ve benim de ilerde bu zamanı düşünmem için.''
Sariye, içeri geçince yatağın baş ucunda duran defteri eline aldı ve büyük bir şekilde; 11 Haziran 1537 yazdı.

Yemeğini yiyene kadar dostunun yanından ayrılmadı ve içinden onun için iyi düşüncelerle dualar etti.

İlerleyen günlerde Zülfüleyfe'de ki bu haller aynı şekilde devam etti. Bazı günler azaldığını düşünse de Sariye bu durumdan, ikinci yardımcı olan Ehzel'e de bahsetti. Fakat onun pek bu tarz konularda fikri yoktu. Genel olarak fiziksel olarak sağlam ve güçlü yapıda olduğu için, temizlik ve düzenleme işlerine bakıyordu.
Sariye bu durumda arkadaşını çok merak ediyordu ve hocasının gelmesini çok arzuluyordu. Bu yaranın melhemi ondaydı.

Bir damla sevmeli insan,

Bin güz hoş söylemeli.

Bir nota beklemeli insan,

Bin santim susmalı.

Bir ses mesafe gelmeli insan,

Bin gram lâl olmalı.

Bir yarım yüz görmeli insan,

Bin meçhul hayal etmeli.

Bir gönül dinlemeli insan,

Bin yanmalı,

Üç sabretmeli. Numan GİLGİL

-Bölüm sonu. Diğer bölümden önce, Yorum yazmanızı ve Oy vermenizi rica ediyorum-





YARIM YÜZ (Kitap Oldu)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin