26.BÖLÜM: ''Ritmin Kalple Dansı''

Start from the beginning
                                    

Gözlerimi kapatıp açtıktan sonra yutkundum ve çantamın kemerini omzuma doğru iyice taşıdıktan sonra karşı kaldırıma doğru yürüdüm. Gözleri gözlerimi buldu. Dünden bu yana asla konuşmamıştık. O andan itibaren konuşmayı unutmuştuk. Bu iyi bir şey miydi yoksa sandığımdan daha mı kötüydü bilmiyorum ama bunu sorun etmemiştim. Belki de konuşsaydık büyüsü elimizde dağılıverecekti.

Az sonra durağa vardığımda başımı öne eğerek hemen yanına oturdum. Biraz sağa doğru kaydı ve daha rahat oturabilmem için bana yer açtı. Çantamı kucağıma koydum ve öylece ellerimi önümde birleştirdim. Akif Selim de aynıydı. İkimiz de yere bakıyorduk ama gülümsediğini hissedebiliyordum çünkü şu an ondan farksız değildim. Bu sessizlik böylece sürerken, ''Günaydın,'' dedi sakince.

''Günaydın,'' diyebildim kısık sesimle. Sesim oldukça hassas çıkmıştı. ''Nasılsın?'' diye sordu.

''İyiyim,'' dedim aynı şekilde. ''Sen nasılsın?''

''Ben de iyiyim.''

Gözlerimize bakamıyorduk. Niye böyle olmuştu bilmiyorum ama aşırı hoşuma gitmişti. Onunla benim aramda ne vardı bilmiyorum ama bu bağı seviyordum. Utangaçtı, merhametliydi, sakindi ve her şeyden evveli eşsiz bir ruhun sahibiydi. O benim hakkımda ne düşünüyordu bilmiyordum fakat kötü şeyler hissetmiş olsaydı öpeceğini de sanmıyordum.

Bir müddet daha sustuğumuzda parmaklarımla oynamaya başladım. Deli gibi konuşmak ve gözlerine bakmak istiyor ama gözlerine bakarsam öylece kalakalmaktan korkuyordum. Hastalığım henüz geçmemişti ve burnum ara ara sersem gibi akmaya devam ediyordu. Çantamdan peçetemi çıkardım ve burnumu sildim. Gülümsediğini görebiliyordum. ''Gülme lütfen,'' diye konuştum. ''Sersem gibi görünüyorum değil mi?''

''Hayır,'' dedi yumuşak bir sesle. ''Oldukça güzel görünüyorsun.''

İçim... Gidiyor...

Burnumdaki peçeteyi yavaşça indirdim ve başımı hâlâ yerden kaldırmadan gülümsemeye devam ettim. Neden utanıyorduk bilmiyordum ama sormak istediğim o malum soruyu soramadıkça nabız sayım kafayı yiyecek gibi oluyordu.

Derin bir nefes alıp verdim, tabii bu burunla bunu ne kadar başarabilmiştim bilmiyorum ama... Kafamı kaldırıp yüzümü yüzüne çevirdim. Bunu yaşadığımız an eş zamanlı konuştuk.

''Sen söyle,'' dedi gülümseyerek.

''Yok sen söyle.''

''Olmaz,'' diye ısrar etti. ''Sen söyle lütfen.''

''Ama,'' diyebildim gözlerimi kaçırarak. Mavi gözbebekleri soğuğun uğramadığı ama ondan başka hiçbir yerin o kadar soğuk olmadığını belli edermişçesine yüreğime dokunmaya devam ettikçe cümlemin devamı bir türlü gelmedi. ''Aslında...'' Yok, vallahi utanıyorum çok.

''Aslında?''

Dişlerimi göstererek gülümsedim ve sonra bunu elimle gizledim. ''Hayır,'' dedi kafasını iki yana sallayarak. ''Gülüşün saklanmayacak kadar huzur veriyor, Mislina.''

Elim ağzımın üzerinde kalakaldığında duraksadım. Ona belli etmeden nefesimi sindirmeye başladığımda elimi ağzımdan indirdim ve gözlerimi hemen arkada beliren otobüse kaydırdım. ''Otobüs geldi,'' diye ayaklandım.

Benimle birlikte ayaklandığında çok geçmeden otobüs durdu ve önce ben sonra Akif Selim otobüse bindik. İçerisi kalabalık değildi ama orta kısmın ikinci sırasında tek bir boş yer vardı. Oraya doğru ilerledim, Akif Selim de peşimden geliyordu. Boş yere geldiğimde ona baktım. ''Otursana,'' diye mırıldandı.

Mürekkebe Boyanan Sardunya | RaflardaWhere stories live. Discover now