Küçük Felaket • Özel Bölüm

4.2K 353 59
                                    





"... O kırık dökük tahta masanın başında onunla karşılaştığımda hiç şaşırmadım, hiç çekinmedim, gözlerimden hiç çapkınlık parıltısı geçmedi. Oysa çok güzeldi, oysa yıllardır onu arıyordum."
Ahmet Ümit

Koşturmacalardan nefret ederdim ama bunların içine düşmeyi engelleyemeyecek derecede tembeldim. Bir şeyleri zamanın önce yapan insanları da anlamazdım. Yarını görebileceğimin garantisini alana dek bugünü yaşamaya devam edecektim.

Babam, ismimi veren adam, hayatını ilkelerine göre düzenleyecek kadar idealistti ve prensiplerine son derece bağlıydı. Bu durumda herkes armudun dibine düşmesini beklemişti. İsmimi hak etmem, babama layık olmam gerektiği kafama itelenerek büyümüştüm ve bunun için uğraşıyordum da. Ancak hayat karşıya odaklanan bakışlarınızdan yararlanıp görmeyeceğinizden emin olduğu an çelmeyi size takmaktan çekinmeyecek kadar kalleşti. Üstelik henüz on üç yaşında bir çocuk olmanızı da umursamıyordu.

Bilgisayar mühendisliğine ait üç bloktan en büyüğünde uzun koridorları arşınlarken okulu uzatmanın bedeli olarak iki adımda bir birilerine selam vermek zorunda kalıyordum. Bileğimde ters dönmüş saatimin deri kordonunu çevirip derse çoktan geç kaldığımı fark ettiğimde adımlarımı standart haline getirip acele etmemeye karar verdim. Kıçı kırık seçmeli dersi için kibirin tepe noktalarında dolanan kadının dersine ondan önce girmedikçe o küçümseyen bakışlarından kaçınmanın bir yolu yoktu.

Sınıfın kapısını açtığım an beni şaşırtmayarak buz gibi bakışlarını bana dikti ve cehennemi hak edecek kadar yalan gülümsemesiyle beni süzdü.

"Onurcuğum, bizi şereflendirdin. Lütfen, buyur."

Bu laflarıyla başka öğrencileri kolayca utandırabilirdi ama benim utanç sınırlarımın kıyısına bile yaklaşamıyordu. Cevap vermeye tenezzül etmeden, sadece gülerek sınıfa girdiğimde özür dilemediğim için delirdiğini biliyordum. Yine de bana aldırmadan, yüzüne yapışmış sinirli ifadesiyle dersi anlatmaya devam etti. Bu kadının neden sürekli sinirle olduğuna kafa yormayı bırakalı çok olmuştu. En son karar kıldığım seçenek yatakta berbat bir kocaydı. Eh, haksız da sayılmazdı.

Omzuma asılı çantayı sıraya bıraktım ve sınıfta dolaşan imza kağıdının kimde olduğunu bulmaya çalıştım. Duyduğum ani hışırtıyla önüme döndüğümde Pelin beni şaşırtmayarak imza kağıdını bana uzatmış bir halde iki önümdeki sırada oturuyordu. Sınıfa girdiğimde nerede oturduğunu bilmiyordum ama burada olmadığı kesindi. Geçen seneden beri bana doğrulttuğu ısrarlı bakışları okulu bir sene uzatmam ve aynı dersi almamız ile birlikte biraz ürkütücü bir hale dönüşmüştü. İzleniyorum hissi takip ediliyoruma evrildiğinde ürkmemek imkansızdı.

Aslında çirkin bir kız değildi ve en ön sıradaki Sedat'a bir kez gülümsese ertesi gün evlenme teklifi alacağına bile emindim ama benim için sıradandı. Özgün değildi, herhangi bir çekiciliği yoktu ve ne yazık ki sevgilim vardı. Özgün olmayan ama fena halde çekici bir sevgilim. Üstelik Suzan Hoca'nın hayalimde canlanan uzun boylu ancak hımbıl kocasının aksine yatakta da oldukça iyiydi.

"Kalemin var mı Pelin?"

Adı ağzımdan çıktığında yüzüne her zamanki parlak gülümsemesini yerleştirip mavi pilot kalemi bana uzattı. İmzaladığım kağıdı, kalemiyle birlikte Pelin'e verirken gülümseyip göz kırptım ve dersi dinlermiş gibi yaptığım pozisyona geçtim.

Annemin en net özelliği güler yüzlülüğüydü. Adına yakışır Şirin gülümsemesi her daim kalp şeklindeki suratında dururdu ve bana da kibar olmam gerektiğini öğütlerdi ama ben her erkek çocuğu gibi o yaşlarda babamı örnek alırdım. Zaten babama çeken sayılı yönlerimden biri de kibirle karışık kabalığımdı. Ancak bunu gizlemeyi iyi biliyordum çünkü annemin öğüdünü yerine getirip kibarlık oyununu oynuyordum ve bu işte oldukça başarılıydım.

EksikHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin