13. Bölüm - Yüzleşme

4.5K 379 84
                                    


"Bu duyguları yapayalnız taşımak çocuk kalbime ağır geldi."
Cahit Zarifoğlu




Aşkın tanımını bilmek isterdim. Ne olduğunu... Uğruna savaşlar yapılacak kadar değerli miydi? Ateşi buza çevirirken buzu tek bir kıvılcımla eritebilir miydi? Anlatıldığı kadar afilli miydi? Belki de insanı kıvrandıran bir karın ağrısından ibaretti.

Bilsem, Onur'a karşı hislerimi tam olarak temize çekebilirdim. Belki bu tanım bana bir harita olurdu ve yolumu bulmamı sağlardı çünkü kaybolmuştum. Yine de yarım yamalak bilgimle Onur'a aşık olduğumun farkındaydım. Çünkü daha önce canım hiç böylesine yanmamıştı.

Eskiden daha kolaydı. Aşk olarak adlandırdığım duyguyu bir oyun haline getirdiğimi yeni yeni fark ediyordum. Bir kovalamaca gibiydi, tatlı bir karmaşa. Üst rafa konulmuş bir şeye ulaşmaya benziyordu gözümde. Değeri, ederi önemli değildi. Ben Tibet'i bir amaç, geçmem gereken engel, konulan bir hedef gibi görmüştüm. O yüzden canım bu kadar yanmamıştı, yaşayabildiğim hüznün bir sınırı vardı. Aşkın istediğinde bu kadar büyük bir yıkıma yol açması adil değildi.

Aşk, sevgiden çok daha karamsardı. Deli işiydi, hiçbir mantıklı yanı yoktu. Sevgi ise kişinin tek odalı cenneti gibiydi. Günahsız, alçak gönüllü ve mantıklı. Aşk geçiciydi ve inanıyordum ki bir yerden sonra yerini sevgiye bırakıyordu ama yaşanılan süre içerisinde insana yaşamı zehir edecek etkiye sahipti. Onur'dan kilometrelerce uzak bu şehre nefes almak için gelmiştim ama boğuluyordum. Ona yakın olabilmenin verdiği tatlı hissi özlüyordum, Onu özlüyordum. Özlemin devasa kanatları tüm kırgınlıkların üzerini örtüyordu sanki. Yan yana gelsek yine kızardım, küserdim ama uzak olmak canımı yakıyordu.

Yine de onu o anlamda sevdiğimden pek emin değildim. Yeterince vakit geçirmemiştik, yeterince şey paylaşmamıştık, Onu tam olarak tanımıyordum bile. Sevgi birini kusurlarına rağmen sevmekse bu olay benim sevgime sınavdı. İstanbul'a gidip Onur'u gördüğümde değişen hiçbir şey olmazsa hem sevgimi tescil edecektim hem de aptallığımı.

Ablam bendeki tuhaflığı sezdiğinden olsa gerek birkaç kez neyim olduğunu sormuştu ama düşündüğümden daha kötü görünüyor olmalıyım ki üstelemedi. Zaten vakti de yoktu. Bankadan yorgun argın geldiği için erken uyuyordu, uyanık kaldığı vakitte de ben ona İzmir'de ben yokken olanları anlattırıyordum. Ne olduğunu son kez sorduğunda "Hoşlandığın çocukla ilgili mi?" demişti. Evet diyemedim, hayır da diyemedim. Onur çocuktan fazlasıydı, benim de hislerim hoşlanmanın ötesinde...

Banyodan sonra kurutmaya üşenip yastığın üzerine yaydığım saçlarımla oynarken annem içeriye girdi. Gözleri odayı bir şey ararcasına tarayıp ablamın makyaj malzemeleri arasında kaybolmuş şarj aletini kaşları çatık bir şekilde aldıktan sonra telefonunun alt tarafındaki küçük girintiye yerleştirdi. Fişi prize taktı ve bana döndü.

"Ben Suzan'a gidiyorum, günü var diye bir şeyler hazırlıyormuş. İzindeyim, gidip yardım etmezsem ayıp olur. Çok geç kalmam. Tamam mı, annem?"

Dirseklerim üzerinde doğrulup kafa salladım. Suzan teyze Tibet'in annesiydi, eskiden gitmeyi en çok sevdiğim evin sahibi. Sabah erkenden kalkıp ders çalıştığım için şimdilik yapacak bir işim yoktu. Üstelik boş durduğum her an beynimin kıvrımları düşüncelerimle taşıyordu. Evde yalnız kalmak pek iyi bir fikir değildi.

"Ben de gelsem? Hem yardım ederim?"

Kapıdan çıkmak üzere olan annem durup bana döndü. Gözleri odayı bir kez daha turladıktan sonra omuz silkip yüzünü buruşturdu.

"Sen sıkılırsın, ne yapacaksın gelip. Boş ver."

"Niye sıkılayım anne? Evde tek kalmak istemiyorum."

EksikHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin