🚢13.Bölüm🚢

914 93 8
                                    

İyi Okumalar...
🐳

Sonraki iki gün boyunca Kyungsoo, Kai’nin kendisine aşık olup olmadığını anlamak için elinden geleni yaptı ama hiçbir belirti yoktu. Gemi Hongkong’a vardığında, Kyungsoo tamamen rahatlamıştı. Şimdi her şey tam istediği gibiydi. Kai’ye karşı büyük bir sevgi duyuyordu. Üstelik Kai, Kyungsoo’nun  Jeong Boseok olmadığını öğrendiğinden beri ona karşı çok iyi davranıyordu. Ayrıca Kyungsoo onu bırakıp gittiğinde Kai’nin arkasından çok büyük bir acı çekmeyeceğinden emindi. Evet, ölümü belki onu eskiye oranla daha fazla etkileyecekti, ama üzüntüsü pek derin olmayacağından Kyungsoo’yu kısa zamanda unutacaktı. 

Hayat birden güzelleşivermişti. Kyungsoo en azından bir ay daha yaşayacağını umuyordu. Ama son dört gün içinde iki kez o korkunç baş ağrısına yakalanmış, kamarasından çıkamamıştı. Her ikisinde de bir önceki gece geç yatmış olduğundan, yorgun olduğunu ve dinlenmek istediğini söylemesi Kai’ye garip gelmemişti. 

Kyungsoo için Hongkong da gezinin en ilginç duraklarından biriydi.  Daha gemi limana varmadan sabırsızlanmaya başlamıştı. 
Gemi Bali’den ayrıldıktan üç buçuk gün sonra Hongkong’a vardı. Kyungsoo Kai ile saat sekiz buçukta limana inen ilk yolcular arasındaydılar. Ertesi gün arabayla dolaşmayı tasarlamışlardı ama ilk gün kendi başlarına gezmeyi yeğlediler. Kyungsoo limanı motorla dolaşmak isteyince, Kai gidip bilet aldı. Saat dokuzda motor gezisine çıktılar.
Küçücük adaların, koskocaman gemilerin ve çeşit çeşit teknelerin arasından geçerek güzel ve keyifli bir gezinti yaptılar.

Yaumati Kasırgası Sığınağında, insanların her türlü ihtiyacının denizin ortasında karşılanmış olduğunu gördüler. Okul, hastane, klise her şey vardı. Öğle yemeğini ejderha resimleriyle süslü, yüzen lokantalardan birinde yediler. Öğleden sonra da dükkanları dolaştılar. Kyungsoo Kai’ye bir hediye almak istiyor, ona belli etmeden uygun bir şeyler arıyordu. Fil dişinden  yapılmış, oymalı çift kitap desteği bulunca çok sevindi. Oldukça pahalıydı ama Kai bir şeye bakmak için dükkanın öbür ucuna gidince Kyungsoo gizlice onu satın aldı.

Hediyeyi gemiye döndüklerinde, akşam yemeği için hazırlanmak üzere kamaralarına giderken verdi. Akşam yemeğinde masaya ilk oturanlar ise yine Kyungsoo ve Kai oldu. Kai ona orada teşekkür etti.

"Çok beğendim Kyungsoo. Bu aramağanı hayatım boyunca büyük bir özenle saklayacağım."

Kyungsoo duyduklarıyla mest oldu. Böyle sözler duymak istiyordu. Kai’ye bakınca kendisini hatırlayacağı bir şey verebildiği için çok mutluydu. Bu Kai’ye karşı duyduğu sevginin o kadar da boşa gitmediği hissini veriyordu sanki Kyungsoo’ya. Kai büyük bir hayranlıkla ona bakıyordu. Kyungsoo dik yakalı, uzun kollu, mavi bir gömlek giyiyordu. Sade bir gömlekti. Kıvırdığı kolları sayesinde gümüş bileklik gözler önündeydi. Saçlarını daha önce ki gibi havaya dikmişti. Yine Kai’nin hediye ettiği yüzük işaret parmağından göz kırpıyordu. Saçları masanın üzerinde ki mumların ışığında pırıl pırıl parlıyordu. Kai ile geçirdiği günün mutluluğuyla ışıldayan yüzünden sağlık ve neşe fışkırıyordu. Çok az bir ömrü kaldığına kimse inanmazdı. 

Masada hala yalnızdılar. "Kyungsoo... çok güzelsin..." Kai usulca fısıldadı. "Bana kendinden söz et, seninle ilgili her şeyi bilmek istiyorum." Kyungsoo kirpiklerini yanaklarına örttü. Gözlerini tekrar araladığı sırada Margie ile Sehun’un gelmekte olduğunu görünce rahatladı.  Kyungsoo, Kai’ye kendisinden söz etmesi gerekince birbirlerini aslında ne kadar az tanıdıklarını fark etmişti. Ama bunda şaşacak bir şey yoktu. Onların ki yol arkadaşlığıydı. Böyle arkadaşlıklar, başka durumlarda gitgide derinleşen arkadaşlıklara benzemezdi. Kai’ye eninde sonunda kendisiyle ilgili bir şeyler anlatması gerekecekti. Acaba neleri anlatsa, neleri kendine saklasaydı? Peki Kai? O da kendisiyle ilgili bir şeyler anlatacak mıydı? Kai’nin yaradılışında buyurgan ve kırıcı bir yan vardı. Böyle insanlar kendilerinden bahsetmekten pek hoşlanmazlardı. 

"Ee, şekerlerim, harika bir gün geçirdiniz herhalde, değil mi?" Margie otururken neşeli bir tonda sordu. Bir Kyungsoo’ya bir Kai’ye hınzırca bakıp;"Evet, belli ki iyi bir gün geçirmişsiniz," dedi gülerek.  "Ah, bizde çok eğlendik, bakın!" Sol elini kaldırarak çok güzel pırlanta bir yüzük gösterdi. "Tebrikler Margie!" Kai ile Kyungsoo bir ağızdan söylemişti. 

Sehun, Margie ile Denby’yi barda birlikte otururken tebrik etmişti. Kyungsoo yüzüğe dokunarak, "Ne kadar güzel bir yüzük, gerçekten tebrik ederim Margie, senin adına çok sevindim."

"Bir Çin tapınağında nişanlandık. Ne kadar değişik değil mi?" 

"Çin tapınağında mı?"

"Denby yüzük aldı, sonra bana takabileceği bir yer aramaya başladı. Eh, ben de  çiçeği burnunda on sekizlik bir kız olmadığımdan, yüzüğü ille de ’seni seviyorum’ falan diyerek takmasını istemedim Denby’den . Tapınağa girip yüzüğü orada takmayı önerdim."

Margie’nin sözleri masada ki herkesi gülümsetmişti. Kai hemen bir şampanya söyledi. Sonra da Denby’nin de yemekte onlara katılıp katılamayacağını sordu. Garsonu çağırdılar. Garson şef garsondan olumlu cevap alınca, bir sandalye ile bir servis daha getirildi ve Kai hemen gidip Denby’i çağırdı. Denby geldikten sonra hep birlikte nişanı kutladılar. Yan masadakiler de onların eğlencesine katıldı. 

Birkaç saat sonra, Kai ile bitişik bir şekilde dans ederken, "Burada geçirdiğim en neşeli saatlerdi," dedi Kyungsoo. "Doğrusu bu son haftalarda hayatın tadını iyice çıkardım."

Kai onu kendinden biraz uzaklaştırdı. Kyungsoo Kai’de bir durgunluk sezdi. 

"Sesinde bir gariplik var Kyungsoo."

Kai soru sorar gibi söylemişti ve bir açıklama bekliyordu.

"Ne demek istediğini anlamadım."

"Kaçamak cevap veriyorsun." Kai’nin sesi kızgın geliyordu kulağa.

"Bunu da nereden çıkardın şimdi?"

Tıpkı gerçek bir çift gibiyiz diye düşündü Kyungsoo, hatta evli bir çift... Birbirlerini suçlayarak konuşmaları böyle bir izlenim uyandırmıştı. Kai hala ciddi bir ifadeyle yüzüne bakıyordu. Koyu kahve gözlerinde, insanın içine işleyen bakışlarında tuhaf bir şeyler vardı. 

Kyungsoo konuşmayı sürdürmeye çalıştı. "Neden kaçamak cevaplar vereyim ki?"

"Orasını ben bilemem. Neden böyle yaptığını senden başkası bilemez..." Kaşları çatıktı. Yüzünden düşen bin parçaydı.

Kyungsoo kendi düşüncesizliğine kızdı. Kai ile birlikteyken iki kere baş ağrısı tutmuştu. İkisinde de acıyla yüzünü buruşturmuş ve Kai de hemen fark ederek ne olduğunu sormuştu. Besbelli ki Kyungsoo’nun bir derdi olduğunu anlamıştı. Ama Kyungsoo hiç bozuntuya vermeksizin gayet iyi olduğunu, yüzünü buruşturduğunun farkında bile olmadığını söylemişti. 

Kyungsoo, yakında gideceğini Kai’nin anlamasından çok korkuyordu. Onun için yalan söylemek zorundaydı. Belki bir gün Margie’ye açıklayabilir, sırrını ona anlatabilirdi. O da ancak son günlerinde olurdu. Ama şu sıra ne sırrını açıklamaya niyeti vardı, ne de buna ihtiyacı.... Kai onun hayatında ki en değerli varlıktı. Onun yanında mutluydu. Ölüm yaklaştığında üzerine çökecek olan çaresizlikten uzak hissediyordu kendini. Birden Kai’nin sevecen sesiyle kendine geldi.

"Ne düşünüyorsun küçük adam?" Başını kaldırdı, o tapılası gülüşüyle Kai’ye baktı. 

"Öyle durumlar vardır ki Kai, İnsanların birbirlerine ne düşündüklerini sormaması gerekir." Şaka yapıyordu. İri gözlerinde afacan bir ifade vardı.

"Pekala bu konuyu kapatıyorum." Gülerek söylemişti. Sonunda Kyungsoo’yu döndürüp belinden tutarak yön verdi ve kapıya doğru götürdü. "Artık seni öpmenin vakti geldi."

"Kai..." Kai Kyungsoo’nun lafını kesti. "Eğer bana öyle bakmaya devam edersen..."

Bedenini önünde ki küçük bedene yasladı. Kyungsoo Kai’nin tüm kıvrımlarını, girinti ve çıkıntılarını bedenince net bir şekilde hissediyordu. Onu hissediyordu...

Kai, burnunu gıdıklayan saçların kokusunu içine çekti. Eğilip sağ kulağının altına ıslak bir öpücük kondurduktan sonra devam etti. "...kabahat sende olur, bilesin sevgilim!"

🐳

-SaRa

Denizin Melodisi Where stories live. Discover now