"Ben-"

"Şşş... Öyle hemen değil, kendimi sana kanıtladıktan ve sen beni tanıdıktan sonra yeniden soracağım. O zaman gerçek bir cevap istiyorum. Anlaştık mı?"

Sözümü bitirmeme dahi müsaade etmeden kendi şartını şurtunu ortaya koyup beni de buna sürüklüyor. Pekala, yakışıklı çocukların sorunlarından ikincisi ve bence en büyüğü; kafalarına göre sizin yerinize de karar vermeleri ve dünyanın kendi etraflarında döndüğünü sanmaları. Üzgünüm beyler öyle bir dünya yok.

"Peki..." diyorum ama dürüst olmam gerekirse bu çocuğa hiçbir zaman evet diyeceğimi sanmıyorum. Evet yakışıklı, evet paçalarından karizma ve özgüven akıyor fakat bir şey eksik, kalbim ısınmıyor ona.

Galiba asıl ahmak benim, böyle bir şansı bir daha yakalayamayacağımı biliyorum. Yine de kararım kesin, onu istemiyorum.

"Geldiğin için teşekkür ederim. Davet eden ben olduğum için şimdi hesabı ben ödeyeceğim ama borcun olsun. Bir başka gün de sen bana ısmarla."

Ah, demek oyunu böyle oynayacak. Beni kendine borçlu çıkararak bir buluşma fırsatı daha yarattı. Eminim o buluşmada da başka buluşmalara maya çalacak. Ya tutarsa... Zeki çocuk.

"O-olur..."

Hesabı ödeyen Minho nihayet kafeden çıkıp gidiyor ve beni başım iki elim arasında deve kuşu gibi masaya tünemiş bırakıyor. Bir yanım dürüstlüğümden dolayı beni tebrik ederken öteki yanım nedensizce öfkeli. Karmakarışığım.

Okulun en yakışıklı çocuklarından birinden çıkma teklifi aldığım için mutlu hissetmem gerek biliyorum, biliyorum bilmesine de değilim ağzını kırayım. Mutsuz olmama sebep olan, canımı sıkan, içimi böylesine huzursuz eden şey her ne ise onu sikeyi-

Aklıma bizim hamam böceği geliyor. Bir daha küfür etme kötü olur yoksa demişti salak. Bok kafalı dangalak, içimden edersem ne yapacaksın? Ancak boş tehdit savuruyor. Bana ne yapabilir ki?

Pekala, Jongin ayısını düşünmeyi bırakıp kalkmalıyım artık. Yoksa yaka paça dışarı atılacağım. Kafe çalışanları defolup gitmem için psikolojik baskı kuruyor üzerimde resmen, gelip geçerken gözlerinden lazer ışınları çıkararak beni yok etmeye çalışıyor mendeburlar. Beleşe oturuyorum sanki! Kol kadar hesap Minho'ya girmiş olsa da sonuçta ödedik paramızı. Kapitalizmin uşakları ne olacak!

Kapından çıkınca onu görüyorum, sırtını duvara yaslamış, elleri cebinde, tek ayağı ile yeri eşeliyor. Yerde oyalanan bakışları kafenin kapısını açmamla beraber çalan rüzgar çanının sesi ile bana dönüyor. Onunla göz göze gelince öfkem alevleniyor, beni kafenin ortasında bir başıma göt gibi bıraktığını hatırlatıp kendimi iyice gazlıyorum.

"Ne cevap verdin ona?"

"Neden gittin?

"Ne dediğim seni ne ilgilendirir?"

"Gitmemi istemiyor muydun?"

Pekala, şu soru-cevap oyununa da aynı anda konuşmaya da bir son vermemiz gerekiyor çünkü kafam karışıyor.

"Gelmeni istemedim, kalmanı değil. Geldiysen sonuna kadar kalmak zorundaydın." diye sakince açıklıyorum. Aslında içim fokur fokur kaynıyor ve ben neden yalnızca ona bakarak bile böylesine öfke dolduğumu anlayamıyorum. Tek istediğim o muşmula suratını yumruklarımla yontup yeniden şekillendirmek. Daha çirkin bir hale getirmek...

"Aynı şey." diyor alayla tek kaşını kaldırırken. Elleri hala cebinde ama yaslandığı duvardan doğrulup bana doğru yaklaşıyor adım adım.

"Değil." geri adım atmıyor, aksine başımı havaya dikip meydan okuyarak üstüne yürüyorum.

Abimin Kankası; Benim Baş DüşmanımМесто, где живут истории. Откройте их для себя