"Hiç söz dinlemiyor, kendi bildiğini yapıyor, dedesinden bile korktuğu yok... Ah Varvaracığım, ah..."

"Bırak şimdi bunları, anneciğim, düzelir!"

Annemle karşılaştırdığımda çevremde her şey küçük, acınası ve yaşlıydı; kendimi bile dedem gibi yaşlı görüyordum. Annem, beni güçlü dizlerinin arasında sıkarak ağır, sıcak eliyle saçlarımı okşarken, "Tıraş olman gerekiyor," dedi. "Okula gitme zamanın da geldi. Okula gitmek istiyor musun?"

"Okumayı öğrendim ben."

"Biraz daha öğrenmelisin. Ama çok kuvvetlisin, öyle değil mi?"

İçten, yüreğimi ısıtan gülüşüyle konuşuyordu benimle.

Dedem girdi odaya. Yüzü asık, kaşları çatık, gözleri çakmak çakmaktı. Annem kenara itti beni, yüksek sesle sordu dedeme:

"Ne o, babacığım? Buradan gideyim mi yani?"

Gidip pencerenin yanında durdu, camın buzunu tırnağıyla kazımaya başladı, uzun süre bir şey söylemedi. Odanın içinde herkes gergindi ve böyle anlarda her zaman olduğu gibi, odaya, insana dehşet veren bir hava çökmüştü. Sanki bedenim şişiyor, gözlerim, kulaklarım tuhaf bir biçimde büyüyor, çığlıklar atma isteğiyle göğsüm kabarıyordu.

Dedem boğuk bir sesle, "Aleksey, sen dışarı çık," dedi.

Annem beni gene kendine çekerek sordu:

"Neden?"

Annem ayağa kalktı, odanın içinde kızıl bir bulut gibi dolaştıktan sonra dedemin arkasına dikildi.

"Baba," dedi, "bakın ne diyeceğim..."

Dedem birden döndü, bağırdı:

"Kes sesini!"

Annem gayet sakin, "Bana bağırmanıza izin vermiyorum," dedi.

Büyükannem divandan kalktı, parmağını öfkeyle sallayarak, "Varvara!" dedi.

Bu arada dedem bir sandalyeye oturdu, mırıldandı:

"Dur hele sen... Kim olduğumu göstereceğim sana! Demek öyle, ha? Nasılmış?"

Ve birden, kendi sesine hiç benzemeyen bir sesle bağırdı:

"Büyük hakaret ettin bana, Varvara... evet, büyük hakaret!"

Büyükannem bana döndü. Emreder bir tavırla, "Dışarı çık," dedi. Mutfağa gittim. Çok gücenmiştim. Sobanın üzerine çıktım, odadakilerin kâh birbirinin sözünü keserek hep bir ağızdan bağırarak nasıl konuştuklarını, kâh birden uyumuşlar gibi sustuklarını uzun süre dinledim. Konu, annemin doğurduğu ve birine verdiği çocuğuydu. Ama dedemin neden kızdığı anlaşılamıyordu: Kızdığı, annemin ona sormadan çocuk doğurması mı, yoksa çocuğu ona getirmemesi miydi?

Dedem sonra saçı başı darmadağınık, yüzü kıpkırmızı, bitkin, mutfağa geldi. Arkasından büyükannem, bluzunun eteğiyle yanağından gözyaşlarını silerek geldi. Dedem, ellerini dayayarak tahta sıraya oturdu. Öne eğildi, titreyerek, kanı çekilmiş dudaklarını çiğnemeye başladı. Büyükannem onun önünde yere diz çöktü, alçak sesle, ama kızgın, şöyle dedi:

"Babacığım, İsa adına affet onu, affet! Pire için yorgan yakmak akıl kârı değildir! Soylularda, tüccarlarda böyle şeyler olmuyor mu sanki? Her yerde eziliyor kadınlar! Hadi affet onu, kusursuz kul yoktur..."

Dedem arkaya attı kendini, duvara yaslanıp baktı büyükannemin yüzüne, alaylı gülümseyerek içini çekti, homurdandı:

"Daha neler! Nasıl olacak bu? Kimi affetmiyoruz ki... Herkesi affediyoruz, sen herkesi affediyorsun, bir de..."

ÇocukluğumWhere stories live. Discover now