III

1.2K 40 22
                                    

III

İyileştiğim zaman Çingene çocuğun evde özel bir yeri olduğunu öğrenmiştim: Dedem öteki çocuklara olduğu gibi sık sık ve öfkeyle bağırmıyordu ona; arkasından gözlerini kısarak başını sallayarak şöyle diyordu:

"Çok yaman bir çocuk şu Çingene, çok becerikli! Bu dediğimi unutmayın: İleride esaslı biri olacak!"

Dayılarım da iyi, dostça davranıyorlardı ona; hemen her gün kötü bir şaka düzenledikleri Grigori Usta'ya yaptıkları gibi "alaya almıyorlardı" onu. Oysa ustaya neler yapıyorlardı: Ya makasını ateşte ısıtıp veriyorlardı eline, ya sandalyesinin minderine sivri ucu yukarıya gelecek biçimde çivi yerleştiriyorlardı, gözleri pek iyi görmeyen adamcağızın önüne değişik renkte kumaş parçaları koyuyorlardı... o da hepsini bir arada dikiyor, bunun için dedemden laf işitiyordu.

Bir gün yemekten sonra mutfakta tahta sıranın üzerinde uyurken yüzüne kırmızı anilin boya sürdüler; uzun süre öyle boyalı yüzle, gülünç bir biçimde dolaştı. Kır sakalında gözü andıran kocaman, yuvarlak, mat iki leke vardı; hemen altında da hüzünlü, uzun, koyu kırmızı, dile benzeyen bir şey sarkıyordu.

Dayımlarda böyle şakaların sonu yoktu. Ama usta hepsine sesini çıkarmadan katlanıyor; önce kendi kendine hafiften mırıldanıyor, ütüye, makasa, maşaya ya da yüksüğe dokunmadan parmaklarını bol bol tükürüklüyor, elini ondan sonra uzatıyordu. Onun için bir alışkanlık olmuştu bu. Öyle ki, yemekte bile bıçağı ya da çatalı alırken parmaklarını tükürüklüyor, çocukların gülmesine neden oluyordu. Canı acıyınca ablak yüzünde kırışıklıklar oluşuyordu ve bu kırışıklıklar kaşlarını kaldırarak tuhaf bir biçimde alnına geçiyor, oradan dazlak kafasının bir yerlerinde kayboluyorlardı.

Oğullarının bu oyunlarını dedemin nasıl karşıladığını hatırlamıyorum, ama büyükannem yumruğunu sallayarak gözdağı veriyordu onlara:

"Utanmaz, arlanmaz insanlar! Hainler!"

Gelgelelim, dayılarım Çingene çocuğun arkasından olumsuz, alaylı şeyler söylüyor, onun işini eleştiriyor, "Hırsız, tembel," diyorlardı .

Onların neden böyle konuştuklarını soruyordum büyükanneme.

Her zaman olduğu gibi seve seve, anlayabileceğim bir dille anlatıyordu bana:

"Çünkü, biliyor musun, ikisi de, kendi atölyeleri olduğunda Vanyacığımı kendine almak istiyor, işte bunun için birbirlerine karşı böyle kötülüyorlar çocuğu; işe yaramaz olduğunu söylüyorlar. Sahtekârlık, kurnazlık yapıyorlar. Vanyacığımın onlara gitmeyeceğinden, dedenin yanında kalacağından korkuyorlar. Deden de bakarsın... üçüncü atölyeyi onunla birlikte açar. Dayıların işine gelmez bu, anladın mı?"

Hafiften gülüyordu büyükannem:

"Akıllarınca kurnazlık ediyorlar, günah işliyorlar! Ancak, deden her şeyin farkında, bu yüzden, inadına kışkırtıyor dayılarını: 'Onu askere almamaları için, Vanya'ya askerliğini yaptı belgesi alacağım. Çünkü bana lazım o!' Ama dayıların buna kızıyorlar, böyle bir şeyin olmasını istemiyorlar; bunun için verilecek paraya acıyorlar... Bu belge pahalı, çünkü."

Gemide olduğu gibi büyükannemle şimdi de birbirimize çok yakındık. Her gece uyumadan önce masallar veya bir masaldan farksız kendi hayatını anlatıyordu bana. Ailenin iş hayatından, çocukların mal paylaşımından, dedemin kendisi için yeni bir ev alacağından söz ediyordu. Gülümseyerek, bu aileye yabancıymış, kendisi ailenin ikinci büyük kişisi değil, bir komşuymuş gibi konuşuyordu.

Ondan, Çingene çocuğu, bebekken ilkbaharın başlarında yağmurlu bir günde sokağa atılmış bulduklarını öğrendim. Evin önünde tahta sıranın üzerine bırakmışlar onu.

ÇocukluğumWhere stories live. Discover now