elli altı : we're not together

Începe de la început
                                    

Muavin yoklama tarzındaki sayımı tamamladığında biz hala aynı şekildeydik. "Wine mı dinliyorsun, cidden mi?" dediğinde kendi sırtımı kolruğa bırakarak mırıldandım. "Suran'ın sesini seviyorum, şarkıyı sen yaptın diye değil." O an ona aynı şekilde cevap verebilecek olmam beni mutlu etmişti. Gülümsedim.
"Sen niye benim kaydımı dinliyorsun?"
Ani ve şüphesiz, soğuk bakışlar atarak cevap verdi.
"Sesini seviyorum da ondan."
"Sevme o zaman." Dedim gereksiz bir şekilde. Ne gerek vardı böyle bir cümleye?
"Ama seviyorum."
Sustum. Ne diyebilirdim ki daha?
Noktayı koymuştu. Ellerimizi birleştirdi, parmaklarımızı kenetledi.
Ne yaptığını sorgularcasına ona bakıyordum, ancak aslında yaptığım şey o anın tadını çıkarmaktı. Her anın önemi vardı artık, son anlardı bunlar.

Kabullenmesi zor, ancak öyle. Son gülüşmemiz, son bakışmamız, son temasımız. Gerisi sadece platonik belki de.

Biz de mi güven eksikliğinden ilişkisi bitenler listesinde olacaktık?

Hızla elimi onun elinden kurtardım ve mırıldandım. "Bana dokunma."
Aslında benim elimi tutmasını, bana temas edip kalbimin yerinde fırlamasına sebep olmasını istiyordum. Ama tersini yapıyordum, çünkü zihnime uyuyordum.

Şarkıyı değiştirerek başka bir şarkı açtım. Yoongi ise gözlerini kapatmıştı.
Yine benim tarafıma düşmüştü kafası. Giderek bana yaklaşan bedeni ile kıkırdamıştım.
Benimle uğraşıyordu demek...
Kafası omzuma düştüğünde kafasını ittirdim ve kendi bedenimi cama yasladım. Gözlerimi kapatarak uyuyor gibi yaptım.
Bana yaptığını sana ödetirim Min Yoongi.

Elinin saçlarımda gezindiğini hissettim. Bir tutam saçı kulağımın arkasına sıkıştırdı. Eli enseme gitti ve ensemi bir kez okşadı.
Alnıma gelen bir tutam saçı geriye ittirirken bileğinden yakaladım. Aynı onun surat ifadesiyle konuştum.
"Yakaladım."
Suratlarımızı yakınlaştırmadım, benim yerime bu işlemi kendisi yaptı. "Hala benim sesimi mi dinliyorsun sen?" Dedim ve kıkırdadım.
O da Min Yoongi tarzı, tüm swagliği ile yapacağını yaptı.
Kalp atışım normal hızından bilmem kaç trilyon kat hızlanmıştı, ayaklarım karıncalanmaya başlamıştı.
Dudaklarını benimkilerle birleştirmiş, sonra da hızla geri çekmişti. Pis sırıtış ile koltuğuna geri yerleştiğinde bağırmak isitiyordum.

"Niye öpüyorsun gerizekalı? Ben burada sana biz bittik diyorum sen öpüyorsun?! Beni öldürmek mi istiyorsun?"

Benim kulaklıklarımı çıkardı ve kendi kulaklıklarını taktı. Arkada kendi bizim şarkımız, hold me tight çalıyordu.

"Bunu dinle. Daha kaliteli." Dedi ve benim telefonumu cebine attı. Elimi uzatarak fısıldadım. "Telefonumu ver."
Gülümsedi ve uzattığım elime elini koydu. Elimi sağa çekerek elini üstünden attım ve cümlemi tekrarladım.
"Telefon."
Onun kulaklıklarını kulağımdan çıkararak ona verdim.
Biz bittik diyorum Yoongi. Bana neden böyle davranıyorsun?!

(...)

Bavulumu aldığımda saat tam olarak sabaha karşı 5'ti. Otele girişimi saat 6'da yapacaktım. Bu da henüz dışarıda olduğumu belirtiyordu.
Annemi aramak için telefonumu elime aldım ve annemi aradım. Telefonu yalnızca çalıyordu.
Doğru ya, uyuyor olmalı.

Terminaldeki kafelerden birine oturdum ve bir tane su istedim. Kahvaltıyı otelde yapabilirdim.

Şişe suyun parasını ödedim ve oturmaya devam ettim. Kim bilir benim gibi kaç insan var şu terminalde. Bazıaı otobüsüne biniyor, bazısı iniyor, ağır bavulunun sapından zorlukla, büyük bir gürültü içinde çekiştiriyor.
Aynı kafede, yalnızca bir kaç masa ötemdeki sandalyeyi çekerek bana görünür bir şekilde oturan Yoongi'yi umursamamaya çalıştım. Ancak ne mümkün! Aklımı bizi düşünmekten alı koyamıyordum.
Canım yanıyordu. Aramızda güven eksikliği denen bir duvar vardı. O duvarı umursamadan benimle barışmak için çabalarken ben duvarı tekrar ve tekrar yapıyor, kalınlaştırıyordum. Biliyordum "biz"im yeniden olamayacağımızı.
Bir jenga kulesi misali; ortada bir taş eksik ve o taş yüzünden tüm kule yerle bir oluyor. Tek çare oyuna yeniden başlamak. Ancak kuleyi yeniden yapmak, eski düzenine göre dizmek o kadar zahmetli ve zor ki... Bu da biziz işte; bir jenga kulesiyiz ancak çoktan dengemizi kaybetmişiz.
Oyun bitmiş.

Saatime baktığımda çoktan yarım saatin geçtiğini gördüm. Taksilerden birine el kol işaretleri yaptım, anlamsızdı. Ancak adam beni anlamış ve buraya yanaşmıştı.
Bavulumu bagaja attıktan sonra arka koltuğa geçtim.

" ....Hotel, lütfen."

Şoför başını sallayarak beni onayladı, ardından yola koyuldu.

(...)

Otelin önünde indim ve taksiciye parayı uzattım. Şehrin içinde, kısa binalara inat uzaya kadar çıkarılmış olan lüks camdan binaya baktım.

Acaba kaç milyonuncu oda benimdi ?

İçeriye girdiğim gibi bej ve kahverengi tonlarıyla döşenmiş resepsiyona ilerledim.

"Merhaba, saat 6'da giriş yapacaktım ancak erken girmek istiyorum."

"İsminizi alabilir miyim?"

"Kim HyeRim."

Hemen yanımdan gelen Yoongi'nin sesi ile soluma çevirdim başımı.

Resepsiyondaki ikinci görevli ile konuşuyordu. Aynı otele gideceğimizi bildiğimden, şaşırmamıştım.

"Evet HyeRim-sshi. Odanız hazır. 13 katta numara 246. Çalışanlarımız bavulunuzu taşımanızda size yardım edecek."
Başımı eğerek teşekkür etmemle sol tarafımdan duyduğum ses ile yere çakıldım.
Ben ondan uzaklaşıp kafa dağıtmak için çabaladıkça dibimde bitiyordu.

"Yoongi-sshi, oda numaranız 247. Başka bir isteğiniz?"

*fmv'den sonra ölenler burada mı*
Bölüm gecikti biliyorum *-*
İkisi yan yana kalacak, yey ğdhgjpöf
Sınavlarım başladı bugün... iki hafta boyunca yb süreci biraz sıkıntılı ama sonra düzene oturacaktır~
Umarım ybyi severek okumuşsunuzdur toruncuklar
Okuduktan sonra uyuyun ve devamını hayal edin, saat geç bir de
♥♥♥ sizi hala saranglayan hyhyhye'niz♥♥♥

sound || min yoongiUnde poveștirile trăiesc. Descoperă acum