3: "mythology class"

937 124 28
                                    

Nefeslerimin sıklaştığını hissederken parmaklarımın hemen altındaki yastığın kılıfını hızla sıktım. Gözlerimi araladığımda az önce gördüğüm rüyanın etkisinde olduğunu anlamam çok uzun sürmemişti. O kadar gerçekçi ve bir o kadar da korkunçtu ki; etkisinden bir müddet kurtulamayacağımı biliyordum.

Daha yalnızca birkaç saniye önceydi, yeniden görme isteğim içimi doldurmuştu. Çünkü...çünkü fazla gerçekçiydi ve ben acı vereceğinin farkındalığıyla tekrar görmek istedim. Hızla gözlerimi kapatıp gördüklerimi hatırlamaya çalıştım.

Önümdeki ıslak zeminde uzanan, güneşi kıskandıracak kadar güzel bir ışığa sahip pürüzsüz tenli bedene bakıyordum. Jungkook'un bedenine. Elimdeki büyük bıçağın keskin ucu onun kanlarıyla, görebileceğim en koyu kırmızıya boyanmıştı. Görüntü canımı acıtmak istercesine hala çok gerçekti. Bedeninin üzerinden bir yol bulup akmakta olan kan ırmaklarında gözlerimi gezdirdim. Yaralarının uğultusunun olmayan sesi tüm zihnimde yankılanıp bana bir işkence çektiriyordu. Melankoliye sürükleyecek kadar acı dolu bağırışlarına eşlik eden ağlayışlarım vardı sadece.

Bu kadar yeterdi.

Göz kapaklarımı yeniden araladım ve olabildiğince bir hızla sanki beni görüntülerden uzaklaştıracak gibi yatakta doğruldum. Kendi ellerimle, tüm yaptıklarına rağmen acizce aşık olduğum kişiyi öldürmemin beni etkilememesi imkansızdı. Dilimi saatlerdir uyumanın etkisi altında kuruyan dudaklarımda gezdirdikten sonra içimde tuttuğum nefesimi seslice dışarıya geri verdim. Bilinçaltıma bana neden böyle bir şey yaşattığı için sövme seansımı bitirdikten sonra bakışlarımı telefonuma götürüp tuş kilidine basarak saate baktım.

Beni bekleyen bir okulum vardı artık. Neyse ki dersim öğlen saatindeydi ve daha birkaç saatim vardı. Yataktan çıkarak adımlarımı duşa yönelttim, hızla çarpan kalbimi yavaşlatacak soğuk bir duşa ihtiyacım vardı.

Mitoloji.

Bölümümün sıkıcı olmayan birkaç dersinden biriydi, bunun verdiği minik bir heyecan kaplamıştı her yanımı. Gördüğümde beni kalp krizinden öldüreceğini bildiğim kişiyi görmeme umutlarıyla adımlarımı kalabalık koridorda ilerletiyordum. Daha onun bölümünü bile bilmiyordum, belki aynı kampüste bile değildik. Umarım öyledir.

Omuz silkerek 16 numaralı amfinin önünde durdum. Dersin başlamasına tam tamına 16 dakika vardı. Böyle küçük tesadüflere bile mutlu olan birisiydim. İç çekerek büyük kapıdan içeri girdikten sonra dar pantolonumun izin verdiği kadar hızlı adımlarla boş bir yere ilerledim. Üzerimde hissettiğim bakışlar beni hiç rahatsız etmedi, ilgi çektiğimi bilmek güzeldi. Ortalarda bir yerde gözüme kestirdiğim sıraya geçip oturmuştum.

Kısa bir müddet bana baktıkları bariz şekilde belli olan, sessizce konuşmaya çalışan kızlarda gözümü gezdirdikten sonra yeniden önüme döndüm.

"Merhaba." Yanımdaki masaya atılan defterle bakışlarımı o tarafa çevirdim. Orta boylu, proporsiyonunun gayet yerinde olduğunu belli eden daracık siyah bir pantolon giymiş olan, alnını ortaya çıkaracak şekilde yapılmış pembe saçlarıyla yakışıklı bir çocuk vardı. Yerine oturduktan sonra elini bana uzattı. "Park Jimin."

"Kim Taehyung." diyerek elini sıkmıştım. Tehlikeli ve takışıklı duruyordu ancak bana verdiği enerji hiç kötü değildi. "Memnun oldum." dedi. Ona gülümsediğimde hemen yanıma iyice kurulmuştu. "Yanında oturmamda bir sakınca yoktur umarım? Kimseyi tanımıyorum da bu sınıfta."

Başımı iki yana salladım. "Tabii ki yok. Ben de tanımıyorum kimseyi."

"O zaman yeni arkadaşım sensin." diyerek arkasına yaslanmış, bacaklarını ayırarak yerine rahatça yayılmıştı. Sonrasında yüzünü yüzüme yaklaştırarak gülümsemişti. "Güzel kokuyorsun."

snuff :: taekookWhere stories live. Discover now