10. Bölüm

2.4K 251 250
                                    

Bu bölüm Luke yok, bari gifi olsun hahah! Bu arada medyadaki şarkıyı, bölümü okuduktan sonra kesin dinleyin! Ama okuduktan sonra. 

OKUDUKTAN. 

SONRA. 

UNUTMAYIN!

*

Ağzımda korkunç bir tatla uyandım. Güneşin batmış, yerini görkemli aya bırakmış olduğunu görünce fazlasıyla şaşırdım. Bütün gün boyunca uyumuş muydum yani?

Başıma şiddetli bir ağrı saplanınca, yavaşça doğruldum ve şakaklarımı ovarak ağrıyı geçirmeye çalıştım. Biraz bile işe yaramadı. Martha'nın bana söylediklerinden sonra kendimi annemlerin yatak odasına atıp, babamın içkisine yumulduğum anlar gözümün önünde belirince, durumun vahimliği yüzüme soğuk bir su gibi çarptı. İşin kötü tarafı, içkiyi içtikten sonraki anılarım bloke olmuş gibiydi. Hatırlayamıyordum.

Yataktan kalmak için bacaklarımı aşağı sarkıttım. O sırada, yatağımın yanındaki konsolun üstünde duran bir adet ilaçla su çekti dikkatimi. Kimin koyduğunu veya ne işe yaradığını sorgulama gereksinimi duymadan içtim. Baş ağrıma iyi gelse, çok iyi olurdu.

Yavaşça, çok yavaşça yataktan kalktım. Kendimi hiç olmadığım kadar aç hissediyordum. Devrilmemeye özen göstererek merdivenlerden aşağı indim. Ayaklarım tam düz zeminle buluştuğunda, kapı çaldı. Kapıdaki her kimse, bir kez çalmakla yetinmeyip, zile bastıkça bastı. Ses, kulaklarımda öyle bir yankı yaptı ki, biraz daha çalmaması için kapıya koşar adımlarla gitmek zorunda kaldım. Kapı açıldığında, karşımda Megan'ı buldum. Benim onu içeri buyur etmemi beklemeden hızla içeri daldı ve arkasından kapıyı kapattı. "Nedir o çok önemli olan? Bir de bir sürü ünlem koymuşsun mesajın sonuna."

Ne dediğinden hiçbir şey anlamamıştım.

Montunu askılığa astı, sonra bana dönüp beni baştan aşağı süzdü. "Bok gibi görünüyorsun. Neden bok gibi görünüyorsun?"

"Sonra açıklarım. Sen önemli bir şey derken neyi kastettin onu söyle önce."

"On beş dakika önce bana mesaj attın ya, hatırlamıyor musun? Çabuk bize gel, önemli, yazmışsın. Koşa koşa geldim."

"İyi de..." Uykumda mesaj atmak gibi bir huy edinmediysem eğer, on beş dakika önce ona mesaj atmış olmam imkânsızdı. "Ben sana mesaj atmadım ki."

Megan tek kaşını kaldırdı. "Sen atmadıysan kim attı?"

"Ben attım," diye bir ses geldi, tam yan tarafımdan. Kafamı o tarafa çevirdim ve mutfak kapısının girişine yaslanmış Owen ile karşılaştım. Omzunda bir havlu vardı ve bize hafif bir tebessümle bakıyordu.

Owen ve tebessüm etmek. Hem de bize. Ne?

"Gelsenize," dedi ve bizi hayretler içinde bırakarak mutfağa girdi.

"Hayal mi görüyorum?" Megan yukarı baktı. "Tanrım lütfen hayal olmasın, lütfen hayal olmasın!"

"Gel de öğrenelim," dedim ve onu çekiştirerek mutfağa götürdüm. Mutfağa girdiğimizde gördüğümüz manzara, daha da şaşırmamıza yol açtı. Mutfak masası birkaç çeşit yemekle donatılmış, üç kişi için tabaklar konulmuştu. Owen ise ocağın başında, bir tencerede her ne varsa, onu karıştırıyordu. Eğer yanılmıyorsam, her şeyi o hazırlamış olmalıydı.

Owen bize göz ucuyla baktıktan sonra, "ne bakıyorsunuz?" dedi. "Geçip otursanıza."

Megan ile birbirimize baktık. O kadar şaşkındık ki, sorgulamaya bile çalışmadan geçip oturduk. Bu sırada şoke olmuş bir şekilde, Owen'ı izliyorduk.

You suck at love // l.hWhere stories live. Discover now