3.BÖLÜM

4.9K 191 1
                                    

Sude, elini korkarak telefona götürdü. Ne söyleyeceğini bilmiyordu. Ama böyle biraz daha durursa daha fazla kızdıracağını düşündüğü için derin bir nefes alarak konuşmaya başladı.
''Alo, Çelik tepe karakolu doktoru doktor Sude.''
Yaşlı kadının tüm kızgınlığını, merakını bu cümle alıp götürmüştü. Torununun sesi iyi geliyordu. Hasretle
''Sudem. Yavrum, nasılsın?'' dedi
''Nasıl olayım sultanım. Silah arkadaşlarımız gitti, iki ocağa ateş düştü. Nasıl olayım.'' Yaşlı kadın bu sözle duvarda yanyana asılı duran iki resme baktı. Gözünün önünde yirmi sene önce oğlunun ay yıldızlı bayrağa sarılı tabutu geldi. Ama ağlamalıydı. Eğer ağlarsa torunuda ağlar, kriz geçirirdi. Sesini düz tutmaya çalışarak
''Kuzum üzülme yavrum. Onlar en güzel yerdeler.'' dedi. Bu sözleri bir nevi kendini teselli etmek içinde söylemişti.
''Biliyorum sultanım ama olmuyor elimde değil.'' diyerek gözünden akan damlaları sildi Sude.
''Sudem, üzülme yavrum. Sen üzüldükçe bende üzülüyorum. Bak kalkarım oturduğum yerden gelirim yanına.'' Sude aceleyle konuştu
''Ben iyiyim sultanım. Sen otur oturduğun yerde.''
''O zaman sende üzme kendini.''
''Tamam. Dedem nasıl?''
''İyi kuzum kuran okuyor sana selamı var.''
''Aleyküm selam. Sende selam söyle. Kendinize dikkat edin.''
''Sende kuzum. Bastığın yere dikkat et.'' diyerek telefonu kapattı yaşlı kadın.
Sude, biraz durduktan sonra odadan çıktı. Beş gün olmuştu onları görmeyeli ama özlemişti işte. Aslında alışkındı onlardan ayrı kalmaya. Ama burası ne yaz kursu için kaldığı yurtlara ne de üniversite yurtlarına benziyordu. Burası askeriyeydi, sabaha çıkacağı belli değildi. Kelle koltukdaydı.

Altı er, bir komutan, bir doktor; gece devriyesi için yola düştüler. Yüzleri boyalı, sırtlarında çantaları, ellerinde silahlarıyla yağan yağmura, kuru soğuğa inat yürüyorlardı.
Bu devriye Sude'nin ilk devriyesiydi. Biraz heyecenlıydı. Kendini ve arkadaşlarını tehlikeye atmamak için çok dikkatli yürüyordu. Burası dağ başıydı. Küçük bir hata bir çok can alıyordu.

Küpeli Necla, sinirle telsizi bulunduğu mağaranın duvarına attı. Dünkü baskın başarılı olamamıştı şimdi de bölüğü ile yem olarak bırakılıyordu. Adamlardan biri Necla'nın yanına geldi. ''Heval, gitmiyor muyuz? Asker iz sürmekte.''
''Gitmiyoruz. Bizi yem olarak bıraktılar. Ama biz yem olmayacağız.''
''Ne yapacağız heval.''
''Bekle ve gör.''

Osman komutan ve diğerleri mağaranın önünde pusu kurmuş bekliyorlardı. Çavuş Taner
''Komutanım, karakola haber verecekmiyiz.''
Osman sinsice gülüp ''Sence.'' dedi. Osman kural tanımaz bir askerdi. Bu kural tanımazlığı yüzünden başına çok bela almıştı. Sude, merakla sordu
''Komutanım, neden karakola haber vermedik.''
''Çünkü ülke sınırları dışındayız.''
Sude, anladım dercesine başını salladı.

Osman komutan '' başlayalım artık.'' diyerek ateş etmeye başladı. Bir süre mağaraya ateş ettiler. Osman bağırdı.
''Küpeli, teslim olman için on saniyen var.'' Osman silahını ayarlayıp saymaya başladı
''Bir, iki, üç,.....dokuz, o..''
Sarı hoca, ''komutanım telsiz'' diyerek telsizi uzattı. Osman sinirle telsizi aldı.
''Ay yıldız bir, ay yıldız iki dinlemede tamam.'' Hakan asteğmen sinirle konuştu.
''Osman, sen ne yapıyorsun. Sınır dışı oparasyon yok. Hemen karakola dön.''
''Ama komutanım.''
''Karakola dön dedim.'' Osman mağaraya baktı. Sinirle çenesi kasılmıştı. ''Tamam.'' dedi.

Küpeli Necla, eline telsizi alarak konuşmaya başladı.
''Ne oldu uzman, on diyemedin. Korktun değil mi? Ama bak ben korkmadım. Karakola saldırdım.''
Osman sinirle konuştu ''Küpeli, o küpeli kulağını iyi aç ve dinle. Biz korku nedir bilmeyiz. Bundan sonra kork bizden. Bir gün gelip alacağım o canını.'' Telsizi Sarı Hoca'ya verip yürümeye başladı.
Telsizden bir kahkaha sesi duyuldu.
''Hahhh, güldürme beni uzman. Merakla bekliyorum canımı alacağın günü. Tabi senden önce ben almazsam canını.''

ASKERİYE DOKTORUWhere stories live. Discover now