13 ARALIK 2016
Oturduğum koltuktan içerden duyduğum sesle kalktım. Silahımı alıp vestiyerin yanından geçerken yerdeki cam parçalarını gördüm. Yavaş adımlarla cam parçalarının yanlarından geçtiğimde odama girdiğim an çok yüksek bir sesle irkildim ve dolabım yatağımın üstüne düşüp onu parçalara ayırdı. Adımlarım gerilerken yerin titrediğini hissediyordum.
Tam dış kapıdan çıkacakken kapıyı açtığımda karşımda babamı gördüm. Titreyen yerin aksine sabit bir şekilde karşımda duruyordu. Bana meleğimin nerede olduğunu sordu eğilip boynuma bakınca kolyemin orada olmadığını gördüm. Kafamı kaldırdığımda babamın kafasından ve burnundan kan geliyordu. Çığlıklar atıp arkama döndüğümde gözleri mosmor olan annemi gördüğümde dağılan duvarlarla birlikte annemin görüntüsü de kaybolmuştu.
Gözlerimi açtığımda yatağıma sıkı sıkı tutunmuş bir halde ağlayarak çığlıklar atıyordum. Böyle uyanmaya çok alışkındım. Depremden beridir bu tür kabuslar görürdüm. Bu seferki biraz daha ağırdı. Elim kolyeme gittiğinde kolyemin yerinde olduğunu hissetmemle derin bir nefes verdim.
Çığlıklarım sona erdiğinde zilin çaldığını anca farkettim. Beni uyandıran şeyin kesintisiz zil sesi olduğunu anlayarak ayağa kalktım. Burak her zamanki gibi elini zilden kaldırmadan kapıyı çalıyordu. Bir insan zil çalarken bile nasıl başka birini böylesine sinirlendirebilirdi. Kapıyı açtığımda sonunda parmağını zilden çekebilmişti.
Gözlerimden hala süzülen yaşlar,dağılmış saçlarım ve şişmiş yüzümle nasıl görünüyordum bilmiyorum ama Burak'ın bakışlarında ilk defa tedirginliği sezebileceğim kadar yıkık göründüğümü anladım. Onun karşısına çaresizmiş gibi bir şekilde çıkmak istemezdim.
"Ne var?"dedim kısık çıkan sesimle.
Gözlerini takip edince boynumdaki kolyeyi sıkıca tuttuğum elimi görmüştüm. Elimi kolyemden çekerek bu sefer daha yüksek çıkan sesimle;
"Ne var?" diye yeniledim.
Gözlerini gözlerime getirdiğinde bir an ne oldu diye soracak zannettim ama o beni şaşırtmayarak;
"Hazırlan,aşağıda bekliyorum."diyip yavaş adımlarla merdivenlerden indi. İçeri girip yüzümü yıkadım ve elime ilk geçen şeyi giydim.
Arabaya bindiğimde kollarımı birleştirip onun bana hep yaptığı gibi yüzüne bakmadım. Karakola gelmeden Burak'ı arayan amirim bizi yeni bir cinayet mahali için bir adrese yönlerdirdi. Biz de hemen arabaya geçtik.
Burak direksiyonu kırarak hatalı dönüş yaptı ama umrunda gibi görünmüyordu. Oldukça uzun süren ve her zaman ki gibi sessiz yolculuğun ardından ormanlık bir alana varmıştık. İndiğimizde bulanan mideme aldırmayıp Burak'ın hızlı adımlarına yetişmeye çalıştım.
Olay yeri ekipleri işlerini bitirmek üzerelerdi. Ekipten sarışın bir çocuk bize maktül hakkında bilgi vermeye başladı;
"17 yaşında, Rabia Bozkurt, öğrenci. Tahmini olarak 5 gün önce öldürülüp gömülmüş ama fazla derine gömülmediğinden yağmur yağınca cesedini bulmuşlar." dedi ve devam etti "Sırtından üç kere bıçaklanmış. Kan kaybından ölmüş."
"Kim bulmuş?"diye sordum. Sesim hala kısık çıkıyordu.
"Kamp yapmaya gelen iki genç."dedi. Şurada bekliyorlar diyip biri kız biri oğlan sıska tahminen 18-19 yaşlarındaki çocukları gösterdi. Burak ve ben yanlarına gittik;
"Siz mi buldunuz ?"diye sordu Burak. Ona baktığımda çocuklara gözlerini kısarak bakıyordu.
"Evet."diye yanıtladı korktuğu her halinden belli olan ama kıza belli etmek istemeyen çocuk.
"Sizin ne işiniz vardı burada ?"diye sordum .
"Kamp yapmaya gelmiştik, arada buraya gelir çadır kurup sabahlarız."dedi kız. Sesi titriyor gibiydi.
"Sabah olduğunda çadırı ve eşyaları toplayıp arabaya götürmek için ormandan çıkacağımız sırada gördük.
YOU ARE READING
İltibas
General FictionAynı gün doğmuş iki komiser yardımcısı. Geçmişleri peşlerini bırakmayan iki katil. Ortak kader.Binlerce ceset.Tek bir şehir.
