{finale}

396 39 26
                                    


Belki çoğunuz final olmasına şaşırdınız ama bu hayatımda ilk defa üzerine yoğunlaştığım tek hikayeydi bu yüzden ileriki bölümlerinde saçmalamak istemediğimden bitirmeye karar verdim. Bu bölümün üzerinde çok uğraştım aslında tam bir hafta önce yazdım ama yazdığım gibi yayınlamadım en güzel şekilde yazmaya çalıştım. Eğer içinizden bazılarını Chaelisa shipper yapabilmişsem ne mutlu bana. Bunu bir veda olarak algılamayın çünkü mutlaka bu hikayeye ekstra özel bölümler atacağım. Eğer en başından sonuna kadar uzun bir süre yeni bölüm atmamış olmama rağmen bekleyenleriniz varsa çok teşekkür ederim beklemeyenleriniz varsa onlara da çok teşekkür ederim. Umarım bu hikayenin bazı bölümlerinde kendinizi bulabilmiş okurken birçok şey hissetmişsinizdir.

Hepinizi çok seviyorum <33 ^-^


Şafak vakti, saat 05:00


Mesela ben seni ne zaman düşünsem,
Bir van gogh tablosunun ortasında buluyorum kendimi.
Sarısı fazla, mavisi az, yine de yaz, yine de buğday ve başak,
İçinde bir tekne olsun tanrım, bir de rüzgar,
ve ademden kalma bu kaburga sızısı kavursun gövdemi.

Mesela ben seni ne zaman düşünsem,
Bir şarkının gelişen ritmi dolduruyor etrafı.
Bir şarkı: aşktan çok, ayrılıktan pek az bahseden.
Bir şarkı: gizlenen, el içine çıkmayan bir kız gibi.
Bir şarkı: otel odasında kendime yakalandığım o aynaya bakmak gibi.

Mesela ben seni ne zaman düşünsem,
Ateş oluyor, yangın oluyor, deli oluyorum.

...

Rosé yazın her sabah uğrardı buraya. Henüz daha şafak vaktiyken buraya gelir, kuşların birlikte oluşturmuş olduğu nidayı işitir, etrafa bakarken zihninde birçok görüntünün oluşmasına izin verir ve saatlerce düşünürdü. Yazın buraya gelmesinin sebebi Jisoo iken şu anda ne olduğunu seçemiyordu. Rosé kendisini yine o karamsar ve hüzünlü günlerindeymiş gibi hissediyor ve hissettiği onca şeyden büyük bir zevk alıyordu. Onun turuncu saçlarını okşadığında vücudunun en küçük noktalarına kadar dolan huzuru, gözlerine baktığında ve hatta dudaklarını onunkiler ile buluşturduğunda hızla atan kalbini nasıl isimlendireceğini bilmiyordu.

Bu aşk mıydı? Kesinlikle değildi. Sevgi miydi? Belki biraz. Ama daha çok evrendeki tüm duyguların harmanlanarak içinde eşsiz bir his oluşturmasıydı bu, henüz farkında olamadığı... Ormanın temiz havasını içine çekti binlerce kez. Her zaman çok düşünüyor ve genellikle boş yere kendisini üzüyordu.

''Beyninde bir kutu olsun, düşünmek istemediğin şeyleri oraya at ve kutuyu kitle. Düşünmek istediğinde yerinden çıkarırsın. Ama inan bana, çıkarmaya ihtiyaç bile duymayacaksın, düşünmedikçe kendini yüksüz hissedeceksin.'' demişti Lalisa bir kez ona.

Yine de nedense Chaeyoung bunu unutmuş gibiydi. Bugüne kadar hiçbir zaman hislerinin, düşüncelerinin akıp gitmesine izin vermemişti. Biraz sonra ormanın derinliklerinden gelen bir tınıyı işitti. İlk başta ürktü ama daha sonra ses daha da yakından gelmeye başladığında, anladı bunun aslında ıslık olduğunu. Yine de kafasını çevirmeden ağaçları ve bulutları izlemeye devam etti.

''Park Chaeyoung.'' kesilen nefesini ve hızla çarpan kalbini düzene sokmaya çalışırken kafasını ona doğru çevirdi. Bu zaten tanıdığı sesti, saatlerdir hakkında düşünüyor olduğu ses...

Lalisa Manoban her zamanki gibi ışıl ışıl parıldıyordu. Ama bugün kaşları hafifçe çatıktı. Chaeyoung ayağa kalkarak yanına doğru ilerledi ve saçlarıyla oynamaya başladı. ''Bu saatte, özellikle de bu kıyafetle...'' üstündükleri işaret ettikten sonra devam etti Lisa, ''Burada ne yapıyorsun?'' Ardından arkasında tuttuğu şemsiyeyi ona uzattı. ''Yağmur yağacağını bilmiyorsun sanırım.'' kıkırdadı, ona kızgın kalamazdı ki. Rosé şemsiyeyi elleriyle kavradı. Tam 'beni nasıl buldun?' diye soracaktı ki yazın ona bazı şeyleri anlatırken, her sabah buraya geldiğinden bahsettiğini de anımsadı. Yalnızca... Lisa'nın hafızasının bu kadar kuvvetli olması onu şaşırtmıştı. ''Düşünüyordum bu arada.'' dedi Rosé nihayet, gözlerinin içine bakarken. ''Neyi?''

''Seni.'' gülümsedi. Lisa ise sadece ona bakakalmıştı. Neler söyleyeceğini merak ediyordu. Ros! onu kendisinden biraz büyük ve belirgin kemikli ellerini tutarak az önce duruyor olduğu kayanın yanına götürdü. Zaten oldukça büyük olan kaya ikisinin de sığmasını rahatlıkla sağlayabilirdi. Karşısına oturmasını istedi ondan.

''Daha önce kimseyle birlikte olmamış ve ciddi anlamda birisini sevmemiş olmama rağmen nefesimi kestiğini, sürekli dudaklarını ve vücudunun her bir noktasını ne kadar çok öpmek istediğimi, yazdığın şeyleri neden bu kadar incelediğimi, ağzından çıkan her kalbimi neden bu kadar titrettiğini düşünüyordum.''

Lisa'nın gözleri dolmuştu. Hayatında ilk defa kendisini bu kadar özel hissetmişti. Kalbinde yeşeren çiçekler sürekli gülümsemesine sebep oluyordu. Tıpkı onun adındaki gibi gönlünde milyonlarca gül açıyordu.

''Biliyorsun... Bu arkadaşlık değil. Seninle yakınlaştık, çook. Ama emin olmak istiyorum. Sen de bana karşı böyle şeyler hissediyor musun yoksa bunlar sadece şehvetten mi oldu?'' Aslında onunla bu konuşmayı yapmayı planlayan Lisa idi. Rosé'nin ani cesareti omuzlarında hissettiği yükü tamamen ortadan kaldırmıştı. Çünkü ona açılamadığı her gün içi içini kemiriyordu.

''Ben de seni seviyorum...'' dedi onun işaret parmağını kaldırıp yukarıya doğru işaret ederek. ''Gökyüzünün sonsuzluğu kadar.'' İşte tam o an, bulutlar karardı ve gök gürüldemeye başladı. Rosé gülümseyebildi yalnızca, tek kelime dahi edemiyordu. Chaeyoung ilk defa birisini bu kadar içten sevdiğini ve ilk defa içten sevildiğini hissetmişti. İçini dolduran minnettarlık duygusuyla sarıldı ona. Ve biraz sonra yağmur yağmaya başladığında, Lisa şemsiyesini açarken Rosé onu durduruyordu. ''Bırak ıslanalım.'' ''Hangi anlamda?'' dedi Lisa kıkırdayarak. Rosé ise omzuna sertçe çarptı, ''seksin sırası değil aptal.'' ardından o da kıkırdadı ve yağmur damlaları tek tek düştü üzerlerine...

Rosé'nin saçları sırılsıklam olmuştu. Dudaklarına düşen yağmur damlaları, dudaklarını olduğundan daha da öpülesi gösteriyordu.

''İşte...'' diye geçirdi Lalisa içinden. ''Yağmurun aşık olduğu toprak, koşarak bana doğru geliyor.'' Ardından Lalisa ona doğru yaklaştı, ''Rosie'm ne kadar da güzel görünüyor.'' dedi önce gözlerine, sonra da dudaklarına bakarak. Bu lakabı işitmek onun gülümsemesine sebep olmuştu. Rosé utancından kıpkırmızı kesilmişti. ''Şimdi yapmamız gereken şeyi biliyorsun değil mi sevgilim?'' dedi Lalisa gülümseyerek. Ardından dudaklarını onunkiler ile buluşturdu.


Bu arada şiir bana ait değildir, tamamını okumak isteyenler için linkini yoruma bırakabilirim.

You've reached the end of published parts.

⏰ Last updated: Feb 07, 2019 ⏰

Add this story to your Library to get notified about new parts!

scars in our poems 》chaelisaWhere stories live. Discover now